Etiket: masal dinle

Dipsiz Kuyu Masalı
Dipsiz Kuyu Masalı

Dipsiz Kuyu Masalı

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde yaşayan yaşlı bir padişah varmış. Oldukça yaşlı olan bu padişahın iki tane de oğlu varmış. Fakat iki oğlu da birbiri ile hiç anlaşamazmış. Babasının ölüm döşeğinde olması iki oğlanı da birbirine rakip hale getirmiş. İki oğlan birbiri ile didinmekten babasının hastalığına bir çare bulamaz olmuş. Yaşlı padişah bu duruma daha fazla dayanamamış ve günlerden bir gün iki oğlunu da yayına çağırmış:

Padişah:’ Ey oğullar! Birbirinizi yerken benim derdimi tasamı unuttunuz! Ben hasta döşeğinde yatarken siz birbirinizle dalaştınız! Şimdi açın gözünüzü de kendinize gelin! Gidin, arayın, bulun; bana çare getirin!’

Babalarının bu isyanı çocukları kendilerine getirmiş. İki çocuk da atlarına binmiş ve ülke ülke, diyar diyar derman aramaya başlamış.

İki oğlan kardeş az gitmiş, uz gitmiş dere tepe düz gitmiş. En sonunda yorulmuş ve bir kuyunun önünde durmuşlar. Amaçları bir şeyler yemek ve güç toplamakmış. İki oğlan kardeş yemişler, içmişler; karınlarını doyurmuşlar. Fakat büyük kardeşin aklında başka şeyler varmış. Büyük kardeş küçük kardeşini kuyunun kenarına doğru çekmiş ve kardeşini ittiği gibi kuyuya atmış.

kuyu-masali

Küçük kardeşin düştüğü kuyu dipsiz bir kuyuymuş. İçine düşen bir daha kurtulamıyormuş. Küçük çocuk kuyunun dibinde kara karar düşünmeye başlamış. ‘Ben ne yapacağım, buradan nasıl kurtulacağım?’

Küçük çocuk bu şekilde düşünürken aksakallı bir ihtiyar kuyunun diğer tarafında belirmiş. Küçük çocuğu kuyunun kenarında görünce şaşırmış, kalmış:

Aksakallı: ‘Ey küçük, senin ne işin var burada? Sen nasıl düştün buraya?’

Küçük çocuk aksakallı dedeye başından geçen her şeyi anlatmış. Aksakallı dede bunun üzerine küçük çocuğa yardım etmek istemiş:

Aksakallı: ‘Seni buradan kurtaracağım küçük çocuk. Al bak sana aksakalımdan iki tel kopardım. Bunları birbirine sürttüğünde iki tane at gelecek karşına. Biri beyaz biri siyah renkte olacak. Aman sen beyaz olana bin, siyah olan yerin daha da altına gider.’

Küçük oğlan ak sakallı dedenin bu lafları karşısında çok ama çok sevinmiş. Sonunda buradan kurtulacağım diye geçirmiş içinden. Hemen iki teli birbirine sürtmüş ve karşısına kocaman iki tane at gelmiş. Ak sakallı dedenin dediği gibi biri beyaz biri de siyahmış. Fakat oğlan sevincinden yanlışlıkla siyah ata binmesin mi?

Yerin üstün çıkacağına yerin daha da dibine gitmiş. Yer altı ülkesinde kendi kendisine üzülürken, evlerden birinin kapısını çalmış. Karşısına çıkan nineden yardım istemiş, yemek istemiş. Nine oğlana yemek vermiş, onun karnını doyurmuş. Fakat oğlan su istediğinde işler değişmiş:

Nine: ‘Suyumuz yok oğlum. Kocatepe’de bir dev var, bizim suyumuzu bırakmıyor. Haftada sadece bir gün genç bir kız deve tepsi ile yemek götürüyor ve dev yemeğini yiyene kadar suyu serbest bırakıyor. Biz de kap-kacak ne varsa dolduruyoruz ama yetmiyor tabi.’

Oğlan, ninenin anlattıklarına çok şaşırmış. Fakat devin karşısına çıkacak gücü kendinde buluyormuş. Ertesi gün deve yemek götürecek kız ile birlikte devin yaşadığı yere kadar gitmişler. Kız devin yanına gidip yemeği deve verdiğinde oğlan saklandığı yerden çıkmış ve devi bir hamlede öldürmüş. Genç kız oğlanın devi öldürdüğüne inanamıyormuş. Sevincinden koşa koşa kasabaya gitmiş ve müjdeli haberi babasına vermiş. Bu kız aslında ülkenin padişahının kızı imiş. Padişah hem kızını hem de ülkesinin hayatını kurtaran bu genci her yerde aratmış ve sonunda bulmuş.

Padişah oğlanı yanına çağırtmış ve kızı ile evlenmesini istemiş. Oğlanın ise padişahtan tek bir şartı varmış:

Oğlan: ‘Beni yeryüzüne gönderir iseniz, kızınız ile evlenirim’ demiş.

Padişah, oğlanın teklifini kabul etmiş. Kızına ve cesur oğlana dillere destan bir düğün yapmış ve onları yeryüzüne uğurlamış.

Cesur oğlan yeryüzüne döndüğünde babasının hala ölüm döşeğinde olduğunu görmüş. Fakat babası küçük oğlanın ölüm haberini aldıktan sonra onu karşısında görünce o kadar mutlu olmuş ki, hemen iyileşivermiş. Küçük oğlanı kuyuya atan abisi ise korkusundan uzak diyarlara kaçmış, gitmiş.

Padişah iyileşse bile tahtını da tacını da küçük oğluna vermiş. Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine…} else {

Aslan ile Yaban Domuzunun Kavgası
Aslan ile Yaban Domuzunun Kavgası

Aslan ile Yaban Domuzunun Kavgası

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarların birinde, kocaman bir ormanın içinde mutlu bir şekilde yaşayan hayvanlar varmış. Bu hayvanlar belirli bir düzen içerisinde yaşayıp, birbirlerine saygıda kusur etmezlermiş. Bu hayvanların başında ise Aslan varmış. Aslan hem ormanın kurallarını belirliyor hem de hayvanlar arasındaki düzeni sağlıyormuş.

aslan_ile_yaban_domuzu

 

Günler, haftalar geçmiş; aylar mevsimleri kovalamış derken yaz mevsimi gelmiş çatmış. Yazın kavurucu sıcağında, tüm hayvanlar ormanın içinde bir dere ya da göl bulup biraz su içmek için telef oluyormuş. Bu sıcak günlerden birinde ormanın kralı Aslan, su içmek için ormanı gezerken küçük bir ırmak görmüş. Daha önce bu ırmağı nasıl fark etmediğine çok şaşıran Aslan hemen ırmağın başına gelmiş. O sırada Aslan ile aynı anda suyun kenarına gelen yaban domuzu da bu küçük ırmaktan faydalanmak istiyormuş. Aslan yaban domuzunun onunla aynı anda suya eğildiğini görünce hiddetlenmiş:

Aslan: ‘Hey, yaban domuzu! Dur bakalım, bekle biraz. Bu ormanın kralı olarak sudan ilk içme hakkına da ben sahibim.’

Yaban domuzu şaşırmış. Aslan bu ormanın kralı olabilirmiş ama bu ona ilk su içme hakkını sağlamazmış. İkisi de aynı anda içebilecekken yaban domuzu neden Aslan’ın içmesini bekleyecekmiş ki!

Yaban Domuzu: ‘Kusura bakma Aslan Kardeş! Sen ormanların kralı olabilirsin ama bu su hepimizin suyu. İlk sen içme hakkına sahip değilsin. İkimiz de aynı anda güzel bir şekilde içebiliriz’ demiş.

Aslan, yaban domuzunun bu söyledikleri üzerine çok sinirlenmiş. Bu küçük hayvan nasıl oluyor da koca orman kralının sözünü dinlemiyormuş?

Aslan: ‘Bak domuzcuk, sabrımı taşırma. Bu sudan önce ben içeceğim dediysem ben içerim. Sıranı bekle, huysuzluk etme!’

Yaban domuzunun pes etmeye niyeti yokmuş:

Yaban Domuzu: ‘Asıl sen bak Aslan Kardeş. Hepimiz bu ormanın hayvanlarıyız ve bu su da sadece senin suyun değil. O yüzden ikimiz de aynı anda içeceğiz’ demiş.

Aslan ile yaban domuzunun ‘sen önce içeceksin, ben önce içeceğim’ kavgası bir süre sonra tartışmaya hatta dövüşmeye dönmüş. Yaban domuzu ve Aslan kıyasıya dövüşmeye başlamışlar. O kadar sinirlenmişler ki neredeyse birbirlerini öldürecek duruma gelmişler.

Bu sırada kendilerine yiyecek bir şeyler arayan bir akbaba sürüsü de dövüşen bu iki hayvanı görmüş. Ekibin lideri olan akbaba hemen diğerlerine seslenmiş:

Akbaba: ‘Arkadaşlar, bakın! Bu iki hayvan kavga etmeye başlamışlar. Salaklar dövüşürken birbirlerini öldürecekler. Buradaki ağaçların üzerine bekleyelim. Birbirlerini öldürdükleri gibi leşlerini biz yeriz’ demiş.

Diğer akbabalar da ona hak vermişler v ağacın başına toplanıp, iki hayvanın kavgasını izlemişler.

Bu sırada Asla ve yaban domuzu da dövüşmekten nefes nefese kalmışlar. Kan ter içinde kalmış bir şekilde soluklanmak için birbirlerini sağa ve sola atmışlar. Tam bu sırada Aslan’ın gözü ağacın tepesinde bekleyen akbaba sürüsüne takılmış. O anda ne yaptıklarını anlamış.

Aslan: ‘Domuz kardeş! Biz ne yapıyoruz böyle? Az kalsın dövüşürken birbirimizi öldürecektik. Şu ağacın tepesine baksana! Akbabalar nasıl da bizim birbirimizi öldürmemizi bekliyorlar. Leşlerimizi yiyecekler besbelli! Gel biz bu oyuna gelmeyelim. Dost olduğumuz günlere, kavgasız dövüşsüz anlaşmaya geri dönelim. Kavga etmeden, dövüşmeden arkadaş gibi konuşarak anlaşalım. Bu akbabalara da fırsat vermeyelim’ demiş.

Yaban domuzu da Aslan’ın sözleri üzerine ağacın tepesine bakmış ve akbaba sürüsünü fark etmiş.

Yaban domuzu: ‘Çok haklısın Aslan Kardeş. Biz ne yapıyoruz böyle? Dövüşerek, kavga ederek elimize ne geçecek sanki!’

Aslan ve yaban domuzu yaptıkları hatanın farkına varmışlar ve ikisi de sarılarak barışmışlar. Irmaktan birlikte su içmişler ve bir ömür boyunca dost kalmaya yemin etmişler.

Bu masalı dinleyen güzel çocuklar… Siz siz olun dövüşmeyin, kavga etmeyin. Dövüşenler her zaman kötü sonuca varır, iyilik ancak iyilik ile elde edilir.document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);

Dağınık Çocuk Masalı
Dağınık Çocuk Masalı

DAĞINIK EMRE

Emre, 10 yaşında ilk okula giden çalışkan ancak çok dağınık bir çocukmuş. Kıyafetlerini her gün yere atıp okuluna ya da dışarıya oyun oynamaya gidiyormuş. Bir gün yine tüm eşyalarını ortalıkta bırakıp dışarı çıkmış. Emre’nin gitmesinin ardından yerde duran eşyalardan biri yanındaki eşyaya, “Sen bu gün okulda değil misin?” diye sormuş. Yerde sere serpe yatan kitap “Gidecektim ama Emre dağınıklıkta beni bulamadı.” demiş. Sohbete koltuğun altından tek siyah çorap da katılmış “Hele ben. Ne zamandır buradayım bilmiyorum sıkıştım ve tek eşim de yok. ” diye dert yanmış. Odanın diğer köşesinden grileşmiş gömleğin sesi gelmiş. ” Beni bir gün giymek için dolaptan aldı sonra siyah tişörtünü giyip beni yere attı. Tertemizdim ama şimdi kirlendim.” demiş.

Emre’nin odasındaki neredeyse tüm eşyalar aynı durumdan şikayetçiymiş. Ceket birden bire bağırarak; “Arkadaşlar Emre benim cebimde otobüs kartını unutmuş. Gelin haydi gezelim.” demiş. Bu fikir tüm eşyaların hoşuna gitmiş. Hep birlikte otobüsten otobüse binip bilmedikleri, görmedikleri yerlere gitmişler. Bütün gün gezip zamanın nasıl geçtiğini fark etmemişler. En son hava kararmaya başlarken eve dönmüşler. Çok eğlenmiş ancak yorulmuşlar, üstelik olduklarından daha da fazla kirlenmişler. Emre dönmeden hepsi unutuldukları yere geri dönmüşler.

Emre eve gelip eşyalarının halini görünce çok üzülmüş. En sevdiği kıyafetleri, kitapları ve oyuncakları kir içinde kalmıştı. Bunlar hep benim dağınıklığımdan oldu diye düşünüp ağlamaya başlamış. Bu sırada kapının önünden geçen annesi Emre’nin sesini duymuş. Annesi ile Emre tüm yerdeki eşyaları toplayıp temizlemişler. Emre bir daha eşyalarının zarar görmemesi hiç dağınık bırakmamış. Hem eşyalar hem de Emre artık daha mutluymuş.

Canı Sıkılan Fil
Canı Sıkılan Fil

CANI SIKILAN KÜÇÜK FİL VE BİSİKLETLİ ADAM

kucuk_fil

Ormanların en büyük hayvanlarından birisidir fil. Kocaman vücudu, upuzun hortumu ile hem büyük hem de sevimli hayvanlardan birisidir. Peki, siz hiç canı sıkılan bir fil yavrusunun masalını dinlediniz mi? İşte size tatlı mı tatlı canı sıkılan fil masalı…

Bir varmış, bir yokmuş… Uzak ormanların birinde küçük bir fil yavrusu yaşarmış. Bu fil yavrusu, çok sevimli bir o kadar da şekermiş. Fakat ormanda oynayacak pek bir arkadaşı olmayan küçük fil, can sıkıntısından ne yapacağını bilemiyormuş. Ormanın içinde gezip dursa da can sıkıntısını bir türlü geçiremiyormuş.

Günlerden bir gün canı sıkılan küçük fil ormanın dışına çıkmaya karar vermiş. Bunun tehlikeli bir adım olacağının farkındaymış ama can sıkıntısını bu orman içinde geçiremeyeceğini de anlamış. Yavaş yavaş yürüyerek ormanın bitişine doğru gelmiş.

Ormanın bitişinde kocaman bir yol çıkmış karşısına. Yolun kenarında durarak gelen geçen arabaları izlemeye başlamış. Arabalar o kadar farklı geliyormuş ki küçük file… Bazıları büyük bazıları çok küçük arabalara bakakalmış. ‘Küçük arabalara ben nasıl sığarım ki’ diye geçirmiş bile içinden. Bazı arabalar küçük fili görünce arabalarını yol kenarında durdurup küçük fili sevmek için arabadan iniyormuş. Küçük fil kendisine gösterilen ilgiden memnun, gelen geçenleri izlemeye devam etmiş.

Küçük fil arabaları izlerken yolun en kenarından giden bir adam görmüş. Adam bir şeyin üzerine binmiş ve onu direksiyon ile yöneterek hareket ettiriyormuş. Küçük fil gördüğü karşısında çok şaşırmış. ’Acaba adamın kullandığı bu tekerlekli aracın adı ne’ diye geçirmiş içinden. Hemen adama bağırmış:

Küçük Fil: ‘Hey, baksana! Hey insan bakar mısın?’

Bisikletli adam yolun kenarında kendisine seslenen küçük fili fark edince durmuş:

Bisikletli adam: ‘Söyle bakalım küçük sevimli fil. Senin ne işin var burada? Neden ormanda değilsin?’

Küçük fil adama cevap vermiş:

Küçük Fil: ‘Ormanda canım çok sıkıldı. Yapacak bir şey ararken buraya kadar yürüdüm. Senin bindiğin bu şeyin adı ne?’

Bisikletli adam küçük file gülümsemiş:

Bisikletli adam: ‘ Bunun adı bisiklet. Canın sıkıldıysa sen de bisiklete binebilirsin’ demiş.

Küçük fil şaşkınlıkla sormaya devam etmiş:

Küçük FİL:’ İyi de ben o bisiklete sığmam ki…’

Bisikletli Adam: ‘O zaman kendine göre büyük bir bisiklet bul’ demiş.

Küçük FİL: ‘İyi de büyük bisikleti nereden bulacağım?’

Bisikletli adam: ‘ E onu da sen ara bul, hadi benim gitmem lazım işim var’ demiş.

Bisikletli adam uzaklaşırken filin aklına bir soru daha gelmiş. Hemen adamın arkasından koşmuş ve ona yetişmiş:

Küçük FİL: ‘Hey, baksana! Sen de canın sıkıldığı için mi bisiklete biniyorsun?’

Bisikletli adam: ‘Sen ne kadar meraklı bir filsin böyle! Evet, benim de canım sıkıldı, o yüzden bisiklete binip biraz gezmek istedim. Sana da boşuna mı bisiklete bin diye öğüt verdim sanıyorsun?’

Küçük fil, aklındaki soruları adama sormaya devam etmiş:

Küçük FİL: ‘Peki, iki tekerlek üzerinde nasıl düşmeden durabiliyorsun?’

Bisikletli adam: ‘Bine bine alışıyorsun tekerlek üzerinde denge kurmaya. Öğrenirken zorlansa da sonrasında alışıyorsun.’

Küçük Fil sorularına devam etmiş:

Küçük FİL: ‘Ben de alışabilir miyim acaba iki tekerlek üzerinde durmaya?’

Bisikletli adam: ‘Sen önce bisikletini al da sonra bakarız’ demiş.

Küçük fil sorularına devam ediyormuş:

Küçük FİL: ‘Peki bisiklet uçar mı?’

Bisikletli adam: ‘Hayır, uçmaz.’

Küçük filin gözleri açılmış:

Küçük Fil: ‘Peki bisiklet ne yapar?’

Bisikletli adam daha fazla dayanamamış:

Bisikletli adam: ‘Bisikletler kaçar, aynen benim şimdi kaçacağım gibi’ demiş ve bisiklet ile hızla uzaklaşırken küçük fil de arkasından bakakalmış.

Cici Kuş Masalı
Cici Kuş Masalı

Sevimli Kuş Masalı

 

Eski zamanların birinde papağanların ve serçelerin bir arada çok mutlu yaşadıkları güzel bir köy varmış. Neşeli kuş sesleriyle çınlayan bu köyde bir gün bilinmeyen bir nedenden dolayı papağanlar ile serçelerin arası açılmış ve köyü ikiye bölmeye karar vermişler. Bir taraf serçeler köyü öbür taraf da papağanlar köyü olarak anılır olmuş. O günden sonra ne serçeler papağanların köyüne, ne de papağanlar serçelerin köyüne uğramamışlar.

İki kuş grubu arasındaki bu anlamsız kavgaya sadece sevimli kuş adındaki bir papağan karışmamış ve o serçelerin arasında yaşamaya devam etmiş. Serçelerle arasında hiçbir sorun yokmuş, çünkü sevimli kuş çok iyi ve uyumlu bir kuşmuş. Bu şekilde yıllar yılları kovalamış derken günlerden bir gün minik bir serçe yolunu kaybederek yanlışlıkla papağanların köyüne geçmiş. Papağanlar serçelere olan düşmanlıkları yüzünden bu minik yavruyu alıp bir yere hapsetmişler. Bundan haberdar olan serçeler ne yapacaklarını bilememişler. Uzun süre düşündükten sonra sevimli kuşun bu işi çözebileceğini düşünüp ondan yardım istemeye karar vermişler.

Olanları duyan sevimli kuş elçi olarak gidip papağanlarla konuşmaya karar vermiş. Yıllar sonra arkadaşlarını aralarında gören papağanlar bu duruma çok memnun olmuşlar ve sevimli kuşu büyük bir sevinçle karşılamışlar. Onların bu misafirperver durumu sevimli kuşun geliş nedenini öğrenmelerine kadar sürmüş. Hapsettikleri minik serçeyi almaya gelen sevimli kuşa çok öfkelenmişler. Onun kendilerine düşman tarafından ajan olarak gönderildiğini düşünüp, onu da karanlık bir odaya hapsetmişler.

Günlerce aç susuz ve karanlıkta kalan sevimli kuş bıkmadan usanmadan diğer papağanlara bir ajan olmadığı ve minik serçenin da bir suçu olmadığını, kendisini ve onu serbest bırakmaları gerektiğini anlatmaya çalışmış. O kadar dil dökmüş ki sonunda papağanlar onu ve yavruyu serbest bırakmaya karar vermişler. Yanında yavru serçe ile köyüne doğru yol alan sevimli kuşun bu sırada tek düşündüğü şey; ilk aklına gelen yanlış düşünceyi kabul edip, yanlışında diretmenin ne kadar kötü bir davranış olduğu ve böyle düşünenlerle anlaşabilmenin zorluğuymuş.document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);

Ninnilerin Merdanesi
Ninnilerin Merdanesi

Ninnilerin Merdanesi

Isparta yöresinin ninnisini Mircan Kaya yorumuyla dinleyin.

Bir kız bebeğe yazılmış bu ninni çok zarif söz ve anlamlara sahip...

NİNNİLERİN MERDANESİ NİNNİ
ANNESİNİN BİR TANESİ
MİNİ MİNİ KIZIM NİNNİ
BENİM GÜZEL YAVRUM NİNNİ

NİNNİ DESEM NİHAL OLUR NİNNİ
AÇAR GÜLLER BAHAR OLUR
KIZIM UYUMAZSA NE HAL OLUR
ADI GÜZEL YAVRUM NİNNİ

NİNNİLERİN BENİ YAKAR NİNNİ
AĞZIN BAL DUDAĞIN ŞEKER
YAVRUM MİSLER GİBİ KOKAR
BENİM GÜZEL YAVRUM NİNNİ

[lyte id="tQ0pHycKg5g" /]

‘NİNNİLERİN MERDANESİ, ANNESİNİN BİR TANESİ’ MASALI

 

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer top oynarken eski hamam içinde. Horozlar tellal iken, pireler ise hamal iken. Ben ise anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Anam düşmez mi beşikten, babam düşmez mi eşikten! Biri kaptı maşayı, ben dolandım dört köşeyi… Dolana dolana durdum, bir küçük köy buldum. Var bu köyde bir anne ile bir kız, şimdi kulak verin de dinleyin, ne der size bu kız?

Eski zamanların birinde, uzak mı uzak ülkenin birinde küçük bir köy varmış. Köyün çıkışında ise neredeyse yıkılmak üzere olan çok eski bir ev varmış. Evde genç bir kadın yaşar, genç kadın küçük kızı ile bu yıkık dökük evde yaşar gidermiş.

Genç kadın, hem çalışmak hem de minik kızına bakmak zorundaymış. Gün içerisinde sabahtan akşama kadar tarlada çalışıp eline geçen üç kuruş para ile evinin ihtiyaçlarını ve kızının mamasını alırmış. Bu kadar zorluğa rağmen genç kadın asla isyan etmez, her zaman şükretmesini bilirmiş. Elindekiler ile mutlu olmayı bilen genç kadının ne fazla parada ne de büyük bir evde gözü varmış. Onun tek istediği minik kızına güzel ve iyi bir yuva vermekmiş. Bu yüzden tüm sıkıntılara rağmen genç kadının evinde neşe ve huzur hiç eksik olmaz, genç kadın hiçbir zaman evin içinde asık surat ile dolaşmazmış. Güzel kızına birbirinden güzel şarkılar ve ninniler söyler, onunla en güzel oyunları oynarmış.

Günlerden bir gün genç kadın akşam evine gelip de kızına yemeğini yedirdiğinde onu kucağına almış. Kızının güzel yüzüne, iri gözlerine ve kıvırcık saçlarına bakmış. Kızı o kadar güzelmiş ki adeta ay parçası imiş. Genç kadın içinden dua etmeye başlamış:

Genç Kadın: ‘Rabbim, sen güzel kızımın bahtını da güzel eyle. Sen bize yardım et.’

Genç kadın kızının kendisine gülümsemesi ile adeta yaşam enerjisi ile dolmuş tekrardan. Şu zor hayatta genç kadını hayatta tutan tek şey minik kızının gülümsemesi ve mutluluğuymuş. Genç kadın kızının sıcacık gülümsemesi ile güzel bir ninni söylemeye başlamış:

‘Ninnilerin merdanesi ninni

Annesinin bir tanesi

Mini mini kızım ninni

Benim güzel yavrum ninni

Ninni desem nihal olur ninni

Açar güller bahar olur

Kızım uyumazsa ne hal olur

Adı güzel yavrum ninni

Ninnilerin beni yakar ninni

Ağzın bal dudağın şeker

Yavrum misler gibi kokar

Benim güzel yavrum ninni’

 

Genç kadın söyledikçe minik kız annesinin kucağında uyuklamaya başlamış. Minik gözlerini kapatan güzel kız, en güvendiği yerde, annesinin kucağında derin bir uykuya dalmış.

Genç kadın bir süre sonra kızını beşiğine yatırmış ve ev işlerini yapmaya koyulmuş. O sırada çalan kapı ile irkilmiş. ‘Gecenin bu saatinde genç bir kadının evine gelen kim olabilir ki?’ diye düşünmüş içinden. Korku ile karışık bir duygu ile yaklaşmış kapıya. Kapının yanındaki camdan bakmış ki yaşlı bir kadın kapıda. Hemen açmış:

Genç Kadın: ‘Buyur nineciğim, kime bakmıştın?’

Yaşlı nine çaresizce genç kadına bakmış:

Yaşlı Nine: ‘Genç kızım, çok açım. Çaresizce çaldım kapını, kusuruma bakma.’

Genç kadın yaşlı ninenin haline çok üzülmüş. Evinde tek bir ekmek varmış kendisine ayırdığı. Bir an düşünmüş ve sonra o ekmeği yaşlı nineye vermeye karar vermiş. Kendisi bir gece aç kalsa da olurmuş ama yaşlı ninenin aç kalmasına dayanamazmış.

Genç kadın yaşlı nineye ekmeğini vermiş. Yaşlı nine o kadar mutlu olmuş ki, genç kadına uzun uzun dualar etmiş. Geldiği gibi bir anda yok olmuş gitmiş kapının önünden. Genç kadın yaşlı ninenin birden kaybolmasına çok şaşırmış. Ne olduğunu anlayamadan arkasını bir dönmüş ki bir de ne görsün! Evinin içinde eski olan ne varsa yenisi ile değişmiş, evi sanki o ev değil, bambaşka bir ev haline gelmiş. Ortada kocaman bir masa, üzerinde bir tek kuş sütü eksikmiş! Genç kadın ne olduğunu anlayamadan kapının önüne gelen iyilik perisinin sesi ile irkilmiş:

İyilik perisi: ‘Senin kalbinin güzelliği yüzüne yansımış. Sen az önce yaşlı nineye son ekmeğini verdin ya, o iyiliğin karşılığını kat ve kat kazandın. Artık rahat yaşayabilirsin. Bu masa sihirli bir masadır. Ne yersen ye, yenisi hemen üzerine koyulacaktır:’

Genç kadın o geceden sonra minik kızı ile birlikte rahat bir yaşam sürmüş. O gece yaptığı iyiliği ise hiçbir zaman unutmamış. Elinden geldiğinde yardım etmeye ve iyilik yapmaya devam etmiş.

Koç ve Kurt Masalı
Koç ve Kurt Masalı

Küçük Kurdun İntikamı

Baba koç o gün çok sinirliydi. Çoban Efe bunu görünce dayanamayıp sormuş, “Hayırdır baba koç, ne oldu, neden bu kadar sinirlisin.” Baba koç çobanın yanına oturarak “Nasıl sinirli olmayayım. Dereye su içmeye indiğimde küçük bir kurt yavrusu gördüm. Tam yakaladım öldürecektim, beni oyalayıp birden kaçtı. O biraz büyüdüğünde benim karıma, çocuklarıma, torunlarıma saldırabilirdi oysa.” Çoban koçun üzüntüsünü insan olduğu için tam olarak anlayamasa da onu teselli etmeye çalışmış.

Bu olayın üzerinden iki yıl geçmiş. Son 1 yıldır etrafta nam salan kızıl başlı kurt ve sürüsü, çevrede neredeyse hiç koyun sürüsü bırakmamış. Çoban kızıl kurtun korkusundan dışarı çıkmak istemeyen sürüsünü zorla 1 2 saatliğine dışarı çıkarmış. “Korkmayın, köpeklerimiz bizi korur. Sürekli ağılda kalamazsınız açlıktan öleceksiniz.” demiş. Hayvanlar önce biraz ürkse de alışıp otlamaya başlamış. Tam bu sırada kızıl kurt ve ordusu saldırmak için hazırmış. Kızıl kurt, “Civardaki son sürü bu. Şimdi inip onları da talan edeceğiz. Ancak sadece baba koçu bırakın bana. Beni küçükken koavalyıp korkutmuştu, şimdi de o korksun bakalım.” demiş.

Kurt sürüsü hep birlikte ilk önce çoban köpeklerine saldırmış. Biraz direnen köpekler, sayıları fazla olan kurtlara yenik düşmüş. Köpekleri geçen kurtlar koçlara, koyunlara ve en son olarak da kuzulara girişmişler. Ne kadar karşı koymaya çalışsalar da koyunlar başarılı olamamış ve yenik düşmüşler. Etraftaki tüm köpek, koç, koyun ve kuzular öldürülmüş. Bir tek baba koç hariç… Kızıl kurt dağlardan inmiş ve baba koçun yanına gelmiş. “Hey gidi günler hey…” demiş. Koç kurdu tanımış.

“Hatırlıyor musun ihtiyar, bundan tam 2 yıl önceydi yine karşılaşmıştık. Yine birimiz titriyordu korkudan diğerimiz gülüyordu. Ama şimdi işler biraz değişti, bu sefer gülen sen değil, benim.” Baba koç 2 yıl öce elinden kaçırdığı kurdun intikam için yöredeki tüm sürüleri yok etmesine çok şaşırmış. Ve tabi kendisini öldürmemesine de.

“Ben 2 yıl önce kendi aklımla elinden kurtuldum. Sende şimdi aklını kullanabilirsen kurtulabilirsin elimizden. Seninle teke tek savaşacağım, eğer beni yenersen ordum sana bir şey yapmayacak.”

Baba koçun bunu kabul etmektan başka çaresi yoktu. Bacakları korkudan ve yorgunluktan titrese de kurda sonuna kadar direnmiş. Kurdun güçlü dişlerinden aldığı darbeler öldürücü değilmiş daha ancak çok can yakıcıymış. Birden aklına kurtların narin mideleri ve kendilerinin güçlü boynukları gelmiş. Tüm gücü ile kurdun midesine bir darbe vurmuş ve kurt cansız bir şekilde yere yığılmış. Komutanlarının yerde ölü yattığını gören diğer kurtlar korkudan dağa kaçmış ve baba koç hayatta kalmış. Olan biteni ağaç üzerinden izleyen çoban, “Hey gidi eski dostum, hey. Sen neymişsin ya.” demiş ve koçu sırtına alarak köye doğru yol almış.

Ayşecik ve Yasemin Masalı
Ayşecik ve Yasemin Masalı

Prenses ile Sütçü Kız Masalı 

Sevgi o gün erkenden uyanmıştı. Çok heyecanlı ve bir o kadar da sevinçliydi. Nasıl heyecanlı olmasın ki. Kendisini bildiğinden beri odasının camından baktığında uzakta gördüğü saraya bugün girecek, nasıl bir yer olduğunu öğrenecekti. Sevgi koşar adımlar ile mutfağa kahvaltıya gitti. Annesine yemek için yardım etti ve hep birlikte sevinç içinde yemeklerini yediler. Kahvaltıdan sonra babası ile birlikte sütleri saraya götürmek için yola koyuldular.

Sevgi’nin babası saray sütçülerinden biriydi. Her sabah sağdığı sütleri saraya götürür, geçimini bundan sağlardı. Sevgi, 10 yaşına geldiği için artık saraya babası ile gelebiliyordu. Saray kapısından avluya geçer geçmez, Sevgi hayretler içinde kaldı. “Ne kadarda büyük.” dedi. Babası saray görevlilerinden bir kadına rica ederek Sevgi’yi sarayda gezidrmesini rica etti. Sevgi kadın ile birlikte saraya girdiğinde gözleri kamaştı. Çok parlak ve büyük taşlar ile süslenmiş saray koridorlarında gezmeye başladı. Bu sırada Sevgi ile aynı yaşta olan Prenses Zeynep’te nedimeleri ile birlikte saray koridrounda geziyordu. Sevgi’yi görünce yanına yaklaştı ve ona bakarak. “E, kalfa bu misafrimiz kim?” ” Sütçünün kızıymış efendim, sarayı merak etmiş bende gezdiriyorum.”

Zeynep Sevgi’ye yaklaşarak elini uzatmış. “Merhaba ben Zeynep, sarayımıza hoşgeldiniz, nasıl beğendiniz mi?”

Sevgi, kendi yaşıtı güzeller güzeli prensesi çok sevmiş. “Evet çok beğendim efendim, çok büyük ve parlak bir eviniz var. Benim evimde güzel ama sizin ki daha çok daha büyük.” demiş.

Prenses Zeynep de Sevgi’yi çok sevmiş ve kendisini odasına davet etmiş. İki kız prensesin odasında uzun süre muhabbet edip dertleşmişler. Öğlen yemeği vakti Prenses Zeynep babası ile yemek yemek için Sevgi’nin yanından ayrılmış ve ertesi gün buluşmak için sözlemişmler. Sevgi buna çok sevinip babasına her şeyi anlatmış.

Bu sırada öğle yemeğinin sonuna gelen kral ve kızı sohbet ediyormuş. Kral kızına kendisinin bir prenses olduğunu ve köylü kızları ile arkadaşlık etmemesi gerektiğini söylemiş. Zeynep buna çok üzülmüş ama babasına da karşı gelememiş. Ertesi gün Sevgi avluda prensesi beklemiş ama Zeynep gelmemiş. Sevgi de buna çok üzülmüş ve bir daha saraya uğramamış.

Prenses Zeynep, Sevgi’yi çok özlemiş ve günden güne hastalamış. Babası kızının bu haline dayanamayıp Sevgi’yi saraya kabul etmiş. Zeynep Sevgi’nin sesini duyunca hastalığından eser kalmamış ve iki kız hayatları boyunca arkadaş olarak kalmışlar.

Avcı Mehmet’in Masalı
Avcı Mehmet’in Masalı

Avcı Ali

Her attığını vuran usta bir avcı olan Ali o gün de tüfeğini kaptığı gibi ormana gitmişti. Acaba bu gün ne avlasam diye düşünürken gözüne hızlıca koşan bir tavşan ilişti. Akşam yemeği için tavşan yahnisi de çok güzel olur diye düşünerek tüfeğini tavşana doğru yöneltti. Yıllardır hep aynı silahı kullanır ve attığını da mutlaka vururdu. Bu eski tüfek nesilden nesile geçen bir aile yadigarıydı. Her attığını vurmasını sağladığı için avcı Ali bu tüfeği çok severdi. Fakat tüfek yıllardır can almaktan yorolmuştu. Hiç kimseye zararı olmayan masum hayvanları öldürmek istemiyordu. Her gece Ali’nin başka bir tüfek alması ve artık kendisini ava götürmemesi için dua ediyordu. Ama işte yine Ali kurşunu doldurmuş bir tavşanı hedef alıyordu. Bu tavşan kim bilir niçin koşuşturup duruyordu. Belki evinde bekleyen yavruları içindi bu koşuşturmacası. Yaşlı tüfeğin gözünün önüne birden öksüz kalan minik tavşan yavruları geldi ve gözleri doldu. Hayır bu tavşanı vurmayacaktı, ona kurşun sıkılmasına engel olmalıydı. Hemen kararını verdi ve avcı Ali tam tetiği çekecekken kendini geri teptirdi. Kurşun namludan çıkmıştı ama tüfek sabit durmadığı için boşluğa gitmişti. Silah sesini duyan tavşan hemen durumu anlamış ve çalıların arasına saklanıp canını kurtarmıştı. Bu duruma çok sinirlenen avcı, bu tüfek artık iş görmüyor diyerek onu çalıların arasına atıp gitti. Yaşlı tüfek orada öylece bir başına kalmıştı. Tüm bu olanları çalıların arkasından gören bir sincap bu durumu ormandaki tüm hayvanlara tek tek anlattı. Ormandaki hayvanlarda bu davranışı nedeniyle tüfeğe teşekkür ettiler ve ona kendileriyle yaşamasını teklif ettiler. Yaşlı tüfek bu teklifi kabul etti ve ormandaki tüm hayvanlar tarafından sevilen bir dost oldu. Yaptığı iyiliğin karşılığında hayatının geri kalanını yemyeşil bir ormanda güzel canlıların arasında geçirdi.

Aslanın Sarayı Masalı
Aslanın Sarayı Masalı

Tilkinin Kurnazlığı

Yeşil Orman’ın kralı aslan, bir gün sarayında davet vermek istemiş. Yeni sarayını tüm hayvanlara gösterip fikirlerini alma düşüncesindeymiş. Davete ilk olarak gergedan gelmiş. Aslan sarayının kokusunu beğenmemiş, “Off bu ne koku böyle, ben böyle bir saray görmedim, bir dakika bile kalamam burada.” demiş. Aslan bu sözlere çok kızmış ve anında gergedanın başını vurdurmuş.

Gergedanın başına gelenleri gören şebek saraya girer girmez, “Ohh mis gibi, çok güzel kokuyor sarayınız kralım, çok da şahane.” demiş. Aslan kral, şebeğin bu sözlerini çok abartılı ve yalan olarak nitelendirmiş ve onunda başını vurdurmuş. Olan biten her şeyi uzaktan izleyen ve kurnazlığı ile bilinen tilki, aslanın sarayına girer girmez ses etmeden aslanı selamlamış ve yerine oturmuş. Aslan bir süre sonra tilkinin görüşünü merak etmiş.

” Eee tilki sarayım nasıl?”

” Güzel kralım.”

” Peki ya kokusu.”

” Kokusu mu? Ben bu konuda bir şey söyleyemeyeceğim kralım, 1 haftadır nezleyim ve bundan dolayı koku alamıyorum.” demiş.

Aslan bu söz üzerine tilkinin ne kadar kurnaz olduğunu düşünmüş ve canını bağışlamış. O günden sonra da tüm tilkiler kurnazlıkları ile anılmaya başlamış.d.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);