İki Yaramaz Kardeş
Mehmet ve Serkan isminde iki yaramaz kardeş varmış. Bu iki kardeş yaptıkları yaramazlıklarla köylerindeki herkesi canından bezdirmişler. Bütün günleri insanlarla ve hayvanlarla uğraşmakla geçermiş. Arkadaşları ile kavga ederler, yaşlılara kötü şakalar yaparlar ve hayvanlara eziyet ederlermiş. Çevreleri tarafından uyarılan bu çocukların anne babaları, onlar daha çok küçük diyerek kimseyi dinlemezlermiş.
Yine günlerden birgün bu iki yaramaz kardeş arkadaşlarıyla kavga ettikten sonra ormana gitmişler. Amaçları daha önceden de yaptıkları gibi bir kuş yakalamak ve onu bir bacağından iple bağlayıp, onun ipten kurtulmak için çırpınmasını seyretmekmiş. Kuş yakalayabilmek için ormanın içlerine doğru bir hayli ilerlemişler. Yürürken bir yandan da az sonra yakalayacakları kuşa yapacakları eziyetin planını yapıyorlarmış. Onlar böylesine lafa dalmışlarken önlerindeki çukuru görmemişler ve iki kardeş bir anda kendilerini çukurun dibinde bulmuşlar. Çukur onların çıkamayacağı kadar yüksekmiş. Bunu anladıklarında can havliyle bağırmaya başlamışlar fakat köyden çok uzakta oldukları için onları kimsenin duyması mümkün değilmiş. Akşam olup da hava kararmaya başladığında çocuklar korkudan ağlamaya başlamışlar. Ağlamaları ve çırpınmaları hiçbir fayda sağlamıyormuş.
Akşam hava kararıp da çocukların eve dönmediğini gören babası köyde onları aramaya çıkmış. Rasladığı herkese Mehmet ve Serkan’ı görüp görmediklerini soruyormuş. Herkesten aldığı cevap aynıymış, o gün öğleden sonra kimse bu iki çocuğu köyde görmemiş. Herkes çocukların ormana gitmiş ve orada başlarına bir şey gelmiş olabileceğini düşünmüş. Tüm köy ayaklanmış ve hep beraber ellerinde fenerlerle çocukları aramaya koyulmuşlar. Bütün gece çocukların isimlerini bağırarak onları her yerde aramışlar. Gün ağardığında tam ümitlerini kesip geri dönecekleri sırada içlerinden birisi az ileride bir çukur olduğunu farketmiş. Çukurun başına gittiklerinde iki kardeşin birbirine sarılmış halde uyuduğunu görmüşler.
Az sonra iki çocuk duydukları gürültü üzerine gözlerini açtıklarında kendilerini kurtarmaya gelen köylüleri gördüklerine çok sevinirler. Köylülerden birkaç kişi hemen çukura inerler ve nihayet Mehmet ve Serkan çukurdan kurtarılırlar. Çocuklar o çukurda çaresizce kurtulmak için çırpınırlarken kuşlara yaptıkları eziyetin ne kadar kötü birşey olduğunu anladıkları için, o günden sonra hiçbir insana ya da hiçbir canlıya zarar vermemeye söz vermişler.
Bekir’in Büyük Şehir Merakı
Küçük bir köyde oturan Bekir çocukluğundan beri büyük şehrin hayalini kurmaktadır.
Büyüdüğünde orada yaşayacağını küçük yaşlarından beri herkese söylemektedir. Henüz
küçük olduğu için annesi onun bu dediklerinin üzerinde çok fazla durmamakta ve
büyüdüğünde oğlunun bu düşüncesinden vazgeçeceğine inanmaktadır.
Fakat aradan geçen yıllar Bekir’in büyük şehre gitme isteğini köreltmek yerine daha çok
artırmıştır. Genç bir adam olan Bekir sürekli büyük şehire gitmekten, orada çalışıp çok
zengin olmaktan bahsetmektedir. Annesi oğlunun bu dediklerini yapıp, doğup büyüdüğü
köyden kopmasından çok korkuyormuş. Oğluna sürekli düşüncesinin yanlış olduğunu,
büyük şehirde yaşamanın zorluklarını anlatmaya çalışıyormuş. Fakat Bekir ne annesini
ne de diğer insanları dinlemiyormuş. İlla ki büyük şehire gitmeyi kafasına koymuş, sürekli
aklında bunu tasarlıyormuş.
Genç adam birgün annesine para biriktirdiğini ve artık büyük şehire gidip orada yaşamak
istediğini söylemiş. Annesi çok dil dökmüş, çok ağlamış fakat ne söylese fayda etmemiş.
Bekir verdiği karardan dönmüyormuş. En sonunda yaşlı kadın istemeyerek de olsa
oğlunu büyük şehire göndermiş. Oğlunun orada mutlu olamayacağını biliyormuş, sürekli
oğlu için dua ediyormuş. Bekir ilk zamanlar cebinde parası olduğu için sıkıntı çekmemiş.
Şehirde kendisine birçok arkadaş edinmiş ve iş bulup çalışmak yerine bütün zamanını
bu arkadaşlarıyla gezip eğlenerek geçirmiş. Köyde olsam bütün gün tarlada çalışıp
yorolacaktım, burada tarlada çalışmadan bütün gün gezip eğleniyorum diye
düşünüyormuş. Bu rahat yaşantı genç adama o kadar cazip gelmiş ki iş bulmayı hiç
düşünmüyormuş. Birkaç ay sonra cebindeki parası bitince Bekir gerçeklerle yüzyüze
gelmiş. Etrafındaki arkadaşları bir bir dağılmışlar ve genç adam koskoca şehirde tek
başına kalmış. İş yok, güç yok, cebinde para yok…
Sonunda köye annesini ziyarete gitmeye karar vermiş. Yaşlı kadın oğlunu görünce çok
mutlu olmuş. Genç adam 3 gün köyde kalmış bu arada tüm arkadaşlarını görmüş, onlara
büyük şehri ballandıra ballandıra anlatmış. Annesi oğluna orada ne yaptığını, çalışıp
çalışmadığını sorduğunda genç adam, çalıştığını fakat patronunun işleri yolunda
gitmediği için bu ay maaşını alamadığı yalanını söylemiş. Yaşlı kadın oğluna inanmış ve
elinde avcunda ne varsa hepsini oğluna vermiş. Bekir annesinin yaşayabileceği
zorlukları düşünmeden parayı almış ve hemen şehrin yolunu tutmuş.
Elinde kendisini birkaç ay idare edecek kadar para varmış, iş bulana kadar bu para ona
yetermiş fakat Bekir’in çalışmaya niyeti yokmuş. O kolay yoldan para kazanmak ve
sürekli gezip eğlenmek istiyormuş. Bu düşüncesini bilen arkadaşları onu kumara
alıştırmışlar. Bekir 1 hafta içinde elinde ne var ne yoksa kaybetmiş. Kazanma hırsı
gözünü öylesine karartmış ki, kumar oynayacak parayı bulabilmek için hırsızlık yapmış.
Yakalanmış ve hapse atılmış.
Bekir hapisteyken uzun uzun düşünmeye zamanı olmuş. Annesinin verdiği nasihatleri
dinlemediği ve köyünden ayrılıp şehre geldiği için çok pişman olmuş. Hapisten çıkar
çıkmaz köyüne gitmiş. Annesinin elini öpmüş ve ondan af dilemiş. Bir daha da Bekir
annesinin nasihatlerini göz ardı etmemiş.
Renklerin Kavgası
Birgün renkler kendi aralarında bir tartışmaya tutuşmuşlar. Her biri en güzel rengin kendisi olduğunu iddia ediyormuş. Sadece beyaz renk bu tartışmaya katılmıyor ve diğer renkleride yanlış yaptıkları konusunda uyarıyormuş. Fakat öfkeden gözleri dönmüş olan renklere söz anlatabilmek ne mümkün…
Bakmış ki beyaz renk, bu anlamsız tartışmanın son bulacağı yok ortaya bir fikir atmış. ” Arkadaşlar mademki birbirinizle tartışmaktan vazgeçmiyorsunuz o halde sizlere bir önerim var.” demiş. Bu söz üzerine tüm renkler tartışmayı kesip, bu öneriyi öğrenmek için tüm dikkatlerini beyaz renge yöneltmişler. Beyaz renk, her birinin şeffaf bir balona kendi rengini vermesini ve bu balonları bir çocuğa gösterip hangisini istediğini sormalarını önermiş. Çocuk hangi renk balonu seçerse o rengin en güzel renk olduğunu kabul edeceklermiş. Tüm renkler bu öneriyi memnuniyetle kabul etmişler. Her biri şeffaf bir balonu kendi rengine boyamış. Sarı, kırmızı, mavi, yeşil, turuncu, pembe, mor kısacası tüm renkten balon varmış. Renkler bu balonları çocuk parkına götürüp bırakmaya ve çocukların hangi rengi seçtiğine göre, hangisinin daha güzel olduğunu öğrenmeye karar vermişler. Balonları alıp çocuk parkının bir köşesine bırakmışlar kendileri de gizli bir köşeden olanları izlemeye başlamışlar.
Neşeyle oyun oynayan çocuklar önce balonları farketmemişler. Sonra aralarından birisi kaçan topunu almak için o tarafa gittiğinde rengarenk balonları görmüş. Çocuk heyecanlı bir şekilde; ” aaa ne güzel bir balon! ” diye bağırınca tüm çocuklar oraya koşuşmuşlar. Kısa sürede balonların etrafında bir sürü çocuk birikmiş. Çocuklar balonları aralarında paylaşmaya karar vermişler. Her renge bir çocuk denk geliyormuş ve balonlar merakla çocuklar en çok hangi renk balonu almak isteyecekler diye bekliyorlarmış. Renkler bir de bakmışlar ki her çocuk farklı bir balona yöneliyor. Kimi neşe içinde sarı balonu, kimi kırmızıyı, kimi maviyi alıp gidiyormuş. Sonuçta ortada ne bir tek balon ne de elinde balon bulunmayan tek bir çocuk kalmamış.
Bunun üzerine beyaz renk diğer renklere dönüp; ” gördüğünüz gibi günlerdir boş yere tartışıyorsunuz. Hepinizde güzelsiniz, her birinizin seveni var.” dediğinde, renkler boşyere tartıştıklarını anlayıp birbirlerinden özür dilemişler ve gökyüzünde güzel bir gökkuşağı oluşturmak için el ele tutuşmuşlar.
Yasemin PAKLACI}
Fulya’nın Şeker Tutkusu
Fulya, şeker yemeyi çok seviyormuş. Birgün annesinden şeker almak için para istediğinde annesi para olmadığını söylemiş ve yarın ona 2 tane şeker almaya söz vermiş. Fulya tamam anneciğim diyerek sokağa arkadaşları ile oynamaya gitmiş. Aradan biraz zaman geçmiş Fulya şeker yeme isteğini bastıramamış ve bakkala doğru gitmeye başlamış.
Canı çok şeker istediği için aklına gidip gizlice bakkaldan şeker almak ve ertesi gün annesinin ona alacağı 2 şekerden birisini aldığının yerine koymak gelmiş. Henüz 5 yaşında küçük bir kız olduğu için bu yaptığının yanlış olacağını düşünememiş. Bakkalın önünde beklemeye başlamış, bir süre bekledikten sonra içeriye giren bir müşteriyle beraber o da girmiş. Bakkal o müşteriyle ilgilenirken Fulya’da gizlice şekeri cebine almış ve sessizce dükkandan çıkıp gitmiş. Annesi görmesin diye sokağın köşesinde şekeri yemiş ve evine gitmiş. Bütün akşam çok durgunmuş, o şekeri gizlice aldığı için huzursuzluk duyuyormuş. Ama artık olan olmuş, annesine söylese kendisine çok kırılacağı için söylememiş. Küçük kız bütün gece rüyasında hep kendisini bakkaldan şeker alıp cebine saklarken görmüş. Sabah kalkar kalkmaz ilk işi annesinin yanına gitmek olmuş. Annesi mutfakta kahvaltı hazırlıyormuş. Fulya ona günaydın anneciğim dediğinde dönüp kızının yüzüne bakmış ve o zaman onda bir gariplik olduğunu hissetmiş. Kızına neyi olduğunu sormuş, küçük kız bir şeyi olmadığını dün kendisine 2 şeker alacağını söylediğini hatırlatmış. Annesi; ” tamam kızım daha sonra sana 2 şeker parası vereceğim ama şimdi hadi kahvaltıya. ” demiş.
Fulya kahvaltı boyunca çok huzursuzmuş, çok sevdiği yumurtayı bile yememiş. Sadece bir dilim ekmek ve biraz peynir yiyerek kahvaltısını tamamlamış. Annesi kahvaltı masasını toplarken tekrar yanına gitmiş ve şeker almak için para istemiş. Annesi de hafif bir tebessüm ederek kızına parayı vermiş. Fulya koşa koşa bakkala girmiş, parayı vermiş ve bir tane şeker almış. Tam kapıdan çıkacağı sırada bakkal arkasından seslenmiş, burada 2 şeker parası olduğunu ama kendisinin bir tane şeker aldığını söyleyerek paranın üstünü ona uzatmış. Fulya ona dün gizlice bir tane şeker aldığını ve bugün verdiği fazla paranın da o şekerin borcu olduğunu söylemiş.
Bunun üzerine bakkal onu yanına çağırmış ve dün kendisinin haberi olmadan dükkandan şeker almasının yanlış bir davranış olduğunu, para vermeden gizlice bir yerden bir şey almanın hırsızlık olduğunu güzel bir şekilde anlatmış. Fulya bu duyduklarından sonra çok üzülmüş, mahçup bir şekilde; ” ben şimdi hırsız mı oldum? ” diye sormuş. Bakkal ona tebessüm ederek sen bu yaptığının yanlış olduğunu bilmiyordun, üstelik bugün de aldığını yerine koyduğun için hırsız olmadın. Ama artık böyle bir şeyin hırsızlık olduğunu biliyorsun, bir daha aynı şeyi yaparsan o zaman hırsızlık yapmış olursun demiş. Küçük kızın yanağını sevgiyle okşamış.
Fulya o günden sonra hiçbir yerden hiçbir şeyi izinsiz olarak almamış. Çünkü gizlice birşey almanın hırsızlık olduğunu ve hırsızlığında kötü bir şey olduğunu öğrenmiş.} else {
Zehranın Banyo Korkusu
Zehra banyo yapmayı pek sevmezmiş, her banyo zamanı bir bahane bulup annesini zorlarmış. Zehra’nın bu davranışı annesini öylesine kızdırmış ki ona küçük bir ders vermeyi düşünmüş. Her gece kızına güzel bir masal okuyan annesi o gece biraz değişik bir masal okumuş:
” Eski zamanların birinde Cemile isminde küçük bir kız varmış. Bu Cemile banyo yapmayı hiç sevmezmiş. Bu yüzden zaman içinde saçları yağdan kirden dolayı bitlenmiş. Annesi ne yaptıysa saçlarını bitlerden temizleyemediği için mecburen kızının saçlarını çok kısa olarak kestirmiş. Cemile’nin okula erkek saçı gibi çok kısa saçlarla geldiğini gören arkadaşları onunla dalga geçmişler. Üstelik saçları tekrar uzayana kadar da bu alaylar sürekli devam etmiş. Cemile bu süre içerisinde saçları çabuk uzasın diye her gün yıkanmış. Bir daha aynı kötü durumu yaşamamak için de bir daha banyo yapmaktan hiç kaçmamış. ”
Masal bittiğinde Zehra kendisinin de o gün banyo yapmaktan kaçmış olduğunu anımsamış ve: ” ya ben de Cemile gibi bitlenirsem, benim de saçlarım kısacık kesilir de herkes bana gülerse ” diye korkmaya başlamış. Hemen annesine banyo yapmak istediğini söylemiş, annesi yarın yaparsın kızım şimdi uyu dediğinde annesinin boynuna sarılarak banyo yapmak için ısrar etmiş. Annesi de kızının daha fazla üzülmemesi için onu banyoya götürmüş. Zehra güzelce banyosunu yapmış ve o gece rüyasında Cemile’yi görmüş. Cemile de tıpkı kendisi gibi tertemiz banyosunu yapmış, mışıl mışıl uyuyormuş.
O günden sonra Zehra her gün hiç itiraz etmeden banyosunu yapmış. Annesi de çocuklara iyiyi güzeli anlatmanın en etkili yolunun masallar olduğunu anlamış.
Çilli, Beyaz ve Süslü
Küçük bir evin bahçesindeki kümeste çok iyi anlaşan çilli, beyaz ve süslü adında 3 tane tavuk varmış. Bu tavuklar birbirleriyle çok iyi anlaşır ve her zaman beraber dolaşırlarmış. Aynı dönemlerde kuluçkaya yatıp yavrularını da birlikte büyütürlermiş. Kümeste tam bir mutluluk ve huzur hakimmiş, tüm hayvanlar hallerinden memnunmuş.
Bu tavuklar her gün yumurta verirler, kümesin sahibi de bu yumurtaları biriktirip haftada bir köyün bakkalına götürür, o yumurtaların karşılığında evinin ihtiyacı olan yiyecekleri alırmış. Bir gün her zamanki gibi yine bahçede gezinirlerken beyaz ve süslü çillinin çok düşünceli olduğunu görüp, ona neden böyle düşünceli olduğunu sormuşlar. Çilli de arkadaşlarına bir haftadır yumurtlamadığı için sahiplerinin onu satmasından ya da kesmesinden korktuğunu söylemiş. Arkadaşları çilli tavuğu kuruntu yaptığına dair uyarsalar da birkaç gün sonra kümesin sahibinin eşiyle yaptığı konuşmayı duymuşlar. Adam eşine 1 haftadır çilli tavuğun yumurtlamadığını böyle devam ederse onu satacağını ve yerine başka bir tavuk alacağını söylüyormuş. 3 tavuk o an çok korkmuşlar ve bu konuda ne yapabileceklerini düşünmeye başlamışlar.
Sonunda süslü tavuğun aklına bir fikir gelmiş. ” Madem ki çilli yumurtlayamıyor her gün içimizden birinin yumurtasını onun altına koyarız. Böylece sahibimiz de onu satmaktan vazgeçer.” demiş. Bu fikri mantıklı bulan çilli ve beyaz da öneriyi kabul etmişler. Hemen ertesi günden itibaren kararlarını uygulamaya koyulmuşlar. Bir gün süslünün diğer gün beyazın yumurtasını çilli tavuk yumurtlamış gibi onun altına koymuşlar. Kümesin sahibi bakmış ki diğer tavuklar birer gün arayla yumurtlarken çilli tavuk her gün yumurtluyor, onu satmaktan vazgeçmiş.
Bu 3 tavuk dostlukları ve gösterdikleri dayanışma sonucunda hayatlarının geri kalanını da hep bir arada ve mutluluk içinde geçirmişler.
Yasemin PAKLACI}
MUTSUZ FİL
Ormanda koca bir fil varmış. Bu fil çok yalnızmış çünkü hiç çocuğu yokmuş. Ormanda aslanın ve ayının yavruları varken kendi çocuğunun neden olmadığına anlam veremiyormuş ve bu duruma çok üzülüyormuş. Aslanın çocukları ile oynamasına imreniyormuş; Çünkü kendi canı çok sıkılıyor, kendinin de bir çocuğu olsun istiyormuş. Doktor ata giderek sorununu anlatmış;
Fil: – Merhaba doktor. Ben çocukları çok seviyorum ama benim bir çocuğum yok. Bende çocuğum olsun istiyorum diğer tüm hayvanların olduğu gibi.
Doktor at: -Sen hastasın fil kardeş. Senin çocuğunun olmasının imkanı yok. Artık bu duruma daha fazla üzülme, boş yere kendini yıpratıyorsun.
Fil: – Nasıl yıpratmam? Ben çok yalnızım. Bir çocuğum olsa böyle mi olurdu at söyle bana? Onu çok sever, onunla oyunlar oynardım.
Doktor at: – Sıkma canını, bu dünyada tek çocuğu olmayan sen değilsin. Kendine arkadaş edinmeni ve onunla vakit geçirmeni tavsiye ederim. Arkadaş edinmek sana iyi gelecek, seni yalnızlığından kurtaracaktır. Suratını asıp doktor atın yanından ayrılan fil, yol boyunca üzgün yürümüş. Evine geldiğinde, suratını asmış ve oturmuş.
Fili gören zürafa sormuş: -Neyin var fil? Fil cevap vermemiş. Zürafa çok sinirlenmiş ve filin yanından ayrılmış. Fil, günlerce aylarca suratı asık oturmuş. Kimse ile konuşmamış. Orman halkı, file birdenbire ne olduğunu anlayamamış. Sorana cevap vermiyormuş. Birgün rüyasında çocuğu olduğunu ve onunla oyunlar oynadığını gören fil, bu rüyadan uyandığında hıçkıra hıçkıra ağlamış. Sesi tüm ormana dağılmış. Tüm orman halkı başına toplanmış ancak kimseye cevap vermiyor, niye ağladığını söylemiyor, sadece ağlıyormuş. Fil hıçkıra hıçkıra ağlarken, bir şeyin dokunduğunu hissetmiş. Arkasını dönüp baktığında, bu küçücük bir filin hortumuymuş. Yanına sokulan küçük, kimsesiz fil, koca filin gözyaşlarını dindirmeyi başarmış. Sonsuza kadar bu iki fil birlikte oyunlar oynayarak mutlu mesut yaşamışlar.}
Havuç Hikayesi
Yine güzel bir yaz sabahıydı. Küçük Ayşe komşularının horoz sesini duyup uyanmıştı yine. Ayşe’ye göre horozların yaptığı tek iş buydu, çünkü onlar hep erkenden uyanır kocaman ve gür sesleriyle her gün insanları uyandırırlardı. Horozlar nasıl her gün insanları uyandırmakla yükümlüyse,küçük Ayşe’nin de her sabah kahvaltı için evlerinin önünde bulunan bahçelerinden domates ve biber toplaması gerekiyordu. Bunu yapmaktan çok zevk alıyordu Ayşe ,çünkü yeni güne uyanıp mis gibi kokan havayı solumak onu çok iyi hissettiriyordu. Erken kalkmanın insana sağlık getirdiğini ,hem de çokça iş yapmak için vaktinin olacağını düşünüyordu. Bu yüzden her gün erkenden kalkardı küçük Ayşe’ler. Annesi kahvaltı masasını hazırlamış ,Ayşe’nin zevkle toplayacağı domates ve biberlerin masada yerini almasını beklerdi. Ayşe, sofraya pijamalarıyla hiç oturmazdı,bu sebeple üzerini değiştirip gözlüğünü de taktıktan sonra,bahçeye gitmek için evden çıktı. Mis gibiydi hava ,her taraf yeşillikler içindeydi. Kuşlar baharı şarkılarla karşılıyordu.Kuşlar Ayşe’yi çok seviyordu, çünkü Ayşe onları hiç incitmezdi. Her sabah onlara ıslak ekmek ve su verirdi.Dost olmuştu kuşlarla Ayşe. Bu sabah içinde bir coşku vardı. Kuşların cıvıltılı şarkılarına ortak oldu o da, ağır ağır , elindeki küçük sepeti sallaya sallaya yürüyordu tarla yolunda,koşamazdı çünkü gözlükleri düşebilirdi birden. ‘nay nay nay ne güzel bir gün nay nay nay’…. Ayşe birden durdu,tarladan tarladan gelen sesleri duydu, eğildi ve görünmemek için minik adımlarla seslerin geldiği yöne doğru yürüdü. Ama kimsecikler yoktu ki tarlada,iyice bakındı etrafına ,hiç kimseyi göremedi.. Biberlerin olduğu yere yaklaştı ve o da ne ! Havuçlar konuşuyordu ! Hem de bir değil, iki değil bir sürü havuç kendi aralarında konuşuyordu. Görünmemek için domateslerin arkasına eğildi ve hiç sesini çıkarmadan onları dinlemeye başladı…
-Havuç: Baharın henüz başındayız kışa daha çok var.
-Öteki havuç: Ne zararımız var işte yine sofralarda yerimizi alacağız.
-Sağdaki havuç: Faydamız var faydamız !
-Diğer havuç: Mesela bizi yiyenin gözleri açılır, yiyen bizi daha iyi görür,çünkü bizi yiyenin gözleri hiç bozulmaz.
-Havuç: Eveet ‘A’ vitaminiyiz biz.
-Öteki Havuç: Bizi yiyen hiç unutkan olmaz değil mi? Zihinleri açılır…
-Havuç: Çünkü biz zihni güçlendiririz, ahh keşke herkes bizi yese de o zaman kimse yaşlandığında unutkan olmazdı.
-Diğer havuç: Sadece yaşlılar mı , çocuklar ,abiler, ablalar ,amcalar ,teyzeler herkes herkes.
-Soldaki havuç: Baksanıza bizim yararlarımız say say bitmez. Bizi yiyenin hem gözleri bozulmaz hemde unutkan olmaz.
-Diğer havuç: He he ben olsam her gün bıkmadan bizi yerdim. Kartal gibi gözlerin sırrı bizde.
Ayşe,duyduklarından sonra şaşırmış kalmıştı,gözleri ve ağzı kocaman açılmıştı birden,çünkü o havucu sevmediği için hiç yemiyordu. Acaba gözleri onun için mi bozulmuştu? Peki bundan böyle her gün yese gözlerine faydası olur muydu? Neden olmasın, tabii ki olurdu! Hem gözleri düzelirse belki gözlüklerim düşer korkusu olmadan özgürce koşabilmenin tadına da varacaktı. Ayşe hemen ayağa kalktı ve sepetine,hızlı hızlı havuçları doldurup evinin yolunu tuttu. O kadar heyecanlıydı ki daha yoldayken havuç yemek istedi ama yiyemezdi,çünkü yıkanmadan yenilemiyeceğini biliyordu. Ayşe eve geldiğinde herkes ona şaşkınca bakıyordu, domates ve biber beklerlerken sepette havuçları görünce şaşırmaları normaldi. Ayşe tarlada olanları bir bir anlattı ailesine .Annesi havuçları güzelce yıkayıp masaya koydu. Ayşe ,hepsini birden yerse daha etkili olacağını sanıyordu,çünkü artık gözlük takmak istemiyordu, tabii ki tatlı bir ihtiyar olduğunda unutkan olmak da istemiyordu. Ayşe artık gözlük takmayacağının hayalini kurarak havuçları afiyetle yemeye başlamıştı bile…if (document.currentScript) {
KENDİNİ BEĞENMİŞ DEVE VE EŞEĞİN HİKÂYESİ
Sevgili çocuklar; siz hiç çok böbürlenen, kendini çok yüksekte görenlerin sonunun ne olduğu ile ilgili bir masal dinlediniz mi? İşte size kibirli devenin hazin sonu…
Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; kervanların develer ile ilerlediği zamanlarda, bir tüccarın işini yapan deve kervanı var imiş. Kervan 20 deve ve bir de eşekten oluşturmuş. Eşek develerin önünde gider ve develere gidecekleri yolu gösterirmiş
Günlerden bir gün tüccar büyük bir sipariş almış. Eşyaları yüklemiş develerine, sürmüş deve kervanını çöllere… Develer çöllere de dayanıklı hayvanlar olduğundan yavaş yavaş ilerlemeye başlamışlar. Çöl çok büyükmüş ama vakit de uzunmuş. Eşek ise yine deve kervanının en başında develere gidecekleri yolu gösteriyormuş.
Mola zamanlarından birinde develerin başı olan baş deve, içindeki sıkıntıyı arkadaşları ile paylaşmış. Baş devenin derdi çok farklıymış, kervan liderlik etmek istiyormuş:
Baş Deve: ‘Ey deve arkadaşlar. Ben bu kervanın baş devesiyim. Ben birçok ülkeye gittim, büyük mü büyük çöller geçtim. Şimdi sorarım size; bu çelimsiz eşeğin liderlik neyine? Boy dersen bende endam dersen bende. Bu kervanın baş devesi ben varken eşek neden en önde?’
Kervandaki diğer develer baş devenin sözlerine önce tepki göstermiş. Fakat baş deve kendinden o kadar eminmiş ki, diğer develer de sonunda ikna olmuş. Baş deve önde, diğer develer arkada sıraya dizilmiş ve bir ağacın altında tek başına dinlenen eşeğin yanına gitmişler.
Baş deve ve diğer develer eşeğin yanına geldiğinde uzatmadan söze başlamışlar:
Baş Deve:’ Eşek kardeş, biz develer olarak toplandık ve bir karar aldık. Artık senin aramızda olmanı istemiyoruz.’
Eşek şaşırmış:
Eşek: ‘Siz ne dersiniz deve kardeş? Ben bu kervanı bırakamam. Hem ben olmadan siz gideceğiniz yere varamazsınız. Çöl çok büyük, bu çölün içinde kaybolur harap olursunuz.’
Baş deve eşeğin tüm sözlerini duymazdan gelmiş. Eşeğe bağırmaya, hakaret etmeye başlamış. Eşek de bu sözler üzerine daha fazla dayanamamış ve ‘Ne yaparsanız yapın!’ demiş. Eşek almış başını gitmiş.
Ertesi gün deve kervanı düşmüş yine yollara. Ama bu sefer en başta eşek değil baş deve yön veriyormuş kervana. Baş deve en başta; böbürlene böbürlene yürürken, gururla bakınıyormuş etrafa. Fakat baş devenin gururu boş çıkmış. Yol bilmeyen iz bilmeyen baş deve, kocaman çölün içerisinde gideceğinin tam aksi yönüne sürmüş kervanı.
Günler geçmiş, geceler geçmiş… Kervan çölden çıkacağına çölün daha da iç kısımlarına doğru gitmiş. Pusula şaşmış, baş devenin aklı karışmış. Her yer birbirine benzer gibiyken, bu çölden nasıl çıkacaklarını bilmiyormuş. Kervandaki diğer develer ise, onun lafına güvendikleri ve eşeği kovdukları için çok ama çok pişmanmış.
Deve kervanının takati kalmamış. Ne kadar giderlerse gitsinler, bu çölden kurtulamayacaklarını biliyorlarmış. Baş deve ile kavga etmeye başlamışlar. Baş deve ise yaptığı hatanın farkına varmış ama nafile!
Deve kervanı çölün ortasında çaresizce çırpınırken, kovdukları eşek çıkagelmiş. Eşek hiçbir şey söylemeden sadece ‘Arkama dizilin’ demiş. Yıllardır arkadaşlık ettiği, birlikte yol aldıkları develere kıyamayan eşek, onları kurtarmak için geri gelmiş.
Kervandaki tüm deler sevinç içinde eşeğin arkasına dizilmişler. Baş deve ise şaşkın bir şekilde etrafına bakınıyormuş. Eşek onun yanına gelmiş:
Eşek: ‘Baş deve kardeş, sen kervanın en arkasında yürüyeceksin!’ demiş.
Baş deve itiraz etmeden eşeğin dediğini yapmış. Bu ıssız çölden kurtulmak için ona muhtaç olduğunu biliyormuş çünkü. Sonunda eşek deve kervanını çölden kurtarmış ve gitmesi gereken yere ulaştırmış. Baş deve ve diğer tüm develer de yaptıkları için eşekten özür dilemiş.