KELOĞLAN İLE DEV
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; uzak mı uzak diyarların birinde güzel bir ülke varmış. Bu ülkenin birçok köyünün birinde de Keloğlan adında hem kel, hem tembel hem de haylaz bir çocuk annesi ile birlikte yaşarmış. Keloğlan iş yapmayı hiç sevmezmiş. Onun en sevdiği şey bütün gün yatıp uyumakmış. Annesi çamaşır yıkar, bulaşık yıkar, yemek yapar, uğraşır da uğraşırmış ama Keloğlan yardım etmek yerine annesine de daha da iş çıkarırmış.
Günlerden bir gün Keloğlan annesini o kadar çok kızdırmış ki, annesi onu evden kovmuş. ‘Git biraz pazarda çarşıda dolaş da iş bul’ diyerek çarpmış kapıyı suratına. Keloğlan da el mahkûm çıkmış gitmiş çarşıya. Çarşının ortasında bir kalabalık toplandığını görünce merak eden keloğlan yavaşça kalabalığa yaklaşmış. Gür sesli bir tellal bir şeyler anlatıyormuş. Keloğlan dikkat kesilmiş:
TELLAL: ‘Aranızda cesur, kendine güvenen, güçlü, cengâver bir babayiğit var mıdır ey ahali? Bu cengâvere bir iş vereceğim ve karşılığında yüz altın vereceğim.’
Keloğlan yüz altını duyunca daha bir dikkat kesilmiş. Kalabalık arasından bakmış ki kimse çıkmıyor, kendini öne atmış:
KELOĞLAN: ‘Ben varım tellal.’
Tellal Keloğlan’a şöyle bir bakmış. Bu çocuk çok cılızmış, tellal çocuğun işi başarabileceğine inanmamış.
TELLAL: ‘Bu iş ağır v büyük bir iş. Ata binilmesi lazım, uzun süre seyahat edilmesi lazım. Sen yapamazsın.’
KELOĞLAN: ‘Ben at da binerim, seyahat de ederim. Uykusuzluğu da dayanırım, susuzluğa da. Ne görev verirseniz yaparım.’
Tellal bakmış ki Keloğlan çok istekli, onun bu hevesini kırmak istememiş.
TELLAL: ‘Peki öyleyse. Yarın çarşı meydanına gel. Orada buluşup hareket edeceksiniz. Uzak bir diyara gidip oradan belirli mallar alıp buraya geleceksiniz.’
Keloğlan tellalın verdiği parayı almış ve sevinçle eve gitmiş. Evde paranın bir kısmını annesine vermiş. Annesi çok sevinmiş. İlk defa Keloğlan eve para getiriyormuş.
Ertesi sabah erkenden kalkan Keloğlan güzelce hazırlanmış ve çarşı meydanına doğru yola koyulmuş. Çarşı meydanına geldiğinde kafile onu bekliyormuş. Kafile başı Keloğlan’a atını vermiş ve yola çıkmışlar.
Az gitmişler, uz gitmişler; dere tepe düz gitmişler. Yollar bitmiyormuş. Keloğlan çok ama çok yorulmuş. Yine de atından inmemiş, tellalın gözüne girmek için kendini zorlamış. Sonunda büyükçe bir düz alana geldiklerinde kafile başı burada konaklayacaklarını söylemiş. Keloğlan da atından indiği gibi kendini çimenlerin üzerine atmış.
Kafile başı Keloğlan’ın dibine gelerek gür sesiyle konuşmuş:
TELLAL: ‘keloğlan kalk bakayım. Karşıdaki kuyuya gidip bize su getireceksin, hadi!’
Keloğlan şok olmuş. Bu yorgunluğun üzerine bir de kuyuya kadar yürümek gözünde o kadar büyümüş ki. Fakat göze girmek için denilen işi yapmak zorundaymış.
Birkaç kişi ile birlikte kuyunun yanına gitmişler. Yanındakiler Keloğlan’ı ip ile kuyuya sarkıtmış. Kuyunun yarısına kadar Keloğlan birdenbire yan tarafta bir kapı açıldığını ve hızlıca kapıdan içeri çekildiğini fark etmiş. Nee uğradığını anlamadan ipi de kopmuş ve kendini koskocaman, güzel mi güzel bir bahçede buluvermiş.
Keloğlan etrafına bakakalmış. Her yer rengarenk çiçeklerle, yemyeşil ağaçlarla kaplıymış. Çiçeklerin ortasında da güzel bir kız duruyormuş. Keloğlan kızdan gözünü alamamış. O sırada kızın arkasında kocaman duran zenci adamı fark etmiş. Kızı korur gibi bir hali varmış. Keloğlan etrafını incelerken arkadan gelen gür bir sesle irkilmiş. Arkası döndüğünde kocaman bir dev Keloğlan’ın karşısında dikiliyormuş.
DEV:’ Hey sen’ söyle bakalım bunlardan hangisi güzel; kız mı, çiçekler mi?
Keloğlan ne diyeceğini şaşırmış. Ama yanlış bir şey de söylemek istemiyormuş.
KELOĞLAN: ‘Gönül kime nasıl bakarsa güzel odur’ demiş.
Dev aldığı yanıttan memnun bir şekilde tekrar sormuş:
DEV: ‘Peki zenci mi daha çirkin, yoksa kuyunun içi mi?’
Keloğlan yine aynı yanıtı vermiş:
KELOĞLAN: ‘Gönül kimi severse güzel odur’ demiş.
Dev kuyuya inen herkese bu soruları sorarmış. Kuyuya inen herkes şaşkınlıktan ya kız güzel dermiş ya da çiçekler. Dev de cevabı beğenmez hepsini yermiş. Fakat keloğlan’ın cevaplarını çok beğenmiş.
DEV: ‘Sen çok akıllı ve zeki bir oğlana benziyorsun. Şimdi sana üç tane nar vereceğim. Bunları al, dönerken evine götür’ demiş.
Keloğlan da devin verdiği narları almış ve kuyuya salınan bir kovanın içine binerek yukarı doğru çıkmış.
Kuyunun başındakiler Keloğlan’ın o kuyudan sağ salim çıktığını gördüğünde şok olmuşlar. Şimdiye kadar o kuyuya inip de sağ çıkabilen kimse yokmuş. Keloğlan’ın bunu nasıl başardığını merak eden kafile, bütün gece Keloğlan’ın macerasını dinlemiş ve ona gıptayla bakmış.
Keloğlan kafile ile birlikte emanetleri alıp köyüne getirmiş ve görevini bitirmiş. Hemen koşa koşa annesinin yanına gitmiş. Annesi evde Keloğlan’ı bekliyormuş ve geldiğini görünce çok sevinmiş. Anne-oğul hasret giderirken Keloğlan’ın canı nar yemek istemiş. Devin ona verdiği narlardan birini ortadan ikiye kesmiş. Bir de ne görsün! Narın içinden kıymetli mi kıymetli mücevherler çıkmasın mı? Keloğlan da anası da çok mutlu olmuşlar.
O günden sonra Keloğlan köyün en zenginlerinden biri olmuş. Anası ile birlikte zenginlik ve mutluluk içinde yaşamış, gitmiş…