Buralardan çok uzaklarda bir yerlerde bir lunapark varmış. Bu lunaparkın içinde bir tren varmış. Bu tren sihirli bir trenmiş. Bu trene binenler sihirli şehre açılan bir kapıdan geçerler ve bambaşka bir diyara geçerlermiş. Ama lunaparkta bu trene kimse binmek istemiyormuş çünkü dışarıdan bakıldığında o kadar eski duruyormuş ki insanlar bu trenin başına bir şey gelir diye trene binmiyorlarmış. Bizim zavallı tren de yıllardır kenarda öyle ona binecek birilerini bekler dururmuş.
Uzak diyarlarda bir de güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Bu kızın adı Esra imiş. Esra çok çalışkan, çok meraklı, çok iyi niyetli, ailesini hiç üzmeyen bir kızmış. Esra kitap okumayı da çok severmiş. Bir gün yine kitap okurken kitapta lunaparkın resimlerini görmüş. Esra daha önce hiç lunaparka gitmemiş. Kitabı okudukça lunaparkın nasıl bir yer olduğunu iyice merak etmeye başlamış. Babasına gidip onu lunaparka götürmesini rica etmiş. Babası da Pazar günü onunla beraber lunaparka geleceğine söz vermiş. Günler geçiyor Esra çok heyecanlanıyormuş. Pazar günü Esra için sanki bir türlü gelmemiş. Cumartesi gecesi heyecandan tüm gece uyuyamamış. Pazar sabahı kalktığında ailede ilk önce o uyanmış hemen giyinmiş ve ailesi kalkana kadar onlara kahvaltı hazırlamış, çünkü daha fazla zaman kaybetmek istemiyormuş. Ailesi kalktığında köyün ilerisindeki büyük lunaparka doğru yola koyulmuşlar. Lunaparka geldiklerinde Esra gözlerine inanamamış. O kadar çok oyuncak varmış ki ! Ayrıca hepsi böyle ışıl ışıl parlıyormuş adeta. Esra’nın meraklı olduğunu söylemiştik. Tüm o ışıltının yanında kenarda bir tren varmış. Çok eski püskü, tozlu, üzerinde ne ışığı ne de yazısı varmış orada öylesine bekliyormuş. Esra merak etmiş ve bilet satılan yere gidip o trenin neden o şekilde olduğunu sormuş. Bilet kesen amca da Esra’ya, yıllardır o trene kimsenin binmediğini, o trenden insanların korktuğunu ve binmek istemediklerini söylemiş. Esra zavallı trene çok üzülmüş ve amcaya o trene binmek istediğini söylemiş. Amca da şaşıracak o treni çalıştırmış. Esra trene binmiş ve tren hareket etmeye başlamış. Tren bir tünele girmiş. Biraz tünelde gittikten sonra tünelin ucunda ışıl ışıl bir görüntüyle karşılamış. Tren birden durmuş. Esra da tren durunca inivermiş. Bir de ne görsün? Karşısında şu ana kadar gördüğü en güzel manzara varmış. Bambaşka bir diyara açılan bir kapıymış. Esra merak edip ormana doğru ilerlemiş. İleride gölün başında çok güzel giyimli bir çocuk göle doğru oturup düşünüyormuş. Esra bir derdi var herhalde diye düşünmüş ve yanına gidip usulca oturmuş. Esra’nın yanına geldiğini gören çocuk birden irkilmiş. Esra çocuğa derdini sormuş. Çocuk da bu diyarda her istedigim var ama hic sohbet edecek arkadasi olmadigini soylemis uzgun bir halde, ve babasinin bu durumu anlamadigindan yakinmis. Esra da çocuğa en iyi şeyin babasına doğruları söylemenin olduğunu söylemiş. Bir süre muhabbet ettikten sonra arkada tren homurdanmaya başlamış. Esra’nın gitme vakti gelmiş. Ama ikisi de ayrılmak istemiyorlarmış. Esra trene binip gitmiş. Bir sure gecmis uzerinden ama birbirlierini düşünüyorlarmis hep; ne de guzel konusup oynamislar o kisacik zamanda o guzel yerde. Bir türlü aklından çıkmıyormuş ikisinin de. Bir gün Esra’larin kapıları çalmış. Bir de bakmış ki o çocuk ve babası karşısında duruyorlarmış. Meğerse çocuk o diyarının Prensi imiş. Babasına Esra ile arkadaslik yapmak istedigini soyleyip doğruları söyleyip, babasıyla birlikte Esra’lara gezmeye gelmişler. O günden sonra da prens ve Esra ayni diyarda mutlu mesut arkadaslik yapmislar. Tren de eski ihtişamına devam edip iki dünya arasında gidip gelmeye devam etmiş.
AÇGÖZLÜLÜĞÜN SONU
Uzak ülkelerin birinde kendi halinde yaşlı bir dede yaşarmış. Bu yaşlı dedenin bir de çok sevdiği köpeği varmış. Köpek çalışkan bir köpek değilmiş. Bütün gün evin önünde yatar dururmuş. Yaşlı dedecik akşam olunca kalan yemeklerin hepsini köpeğiyle paylaşırmış.
Bir gün köpek yine kapının önünde yatarken yolun karşısından geçen tombul köpeği görmüş. Kendisi zayıfken o köpek neredeyse kendisinin iki katıymış.
Köpek, yattığı yerden doğrulmuş:
ZAYIF KÖPEK: ‘Hey, köpek kardeş! Sen nereye gidiyorsun?’
Tombul köpek zayıf köpeğin yanına yaklaşmış. Birazcık gururlanarak anlatmaya başlamış.
TOMBUL KÖPEK: ‘Saraya gidiyorum. Ben sarayda yaşıyorum. Sen burada ne yapıyorsun?’
Zayıf köpek saray lafını duyunca kulaklarını dikmiş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Ben de burada yaşlı bir dedenin eline düştüm. Doğru düzgün yemek vermiyor bana. Şu halime bak’ demiş.
Tombul köpek yavaşça yanına yaklaşmış:
TOMBUL KÖPEK: ‘İstersen benimle birlikte saraya gelebilirsin. Orada bize bir sürü yemek veriyorlar. Yediğin önünde yemediğin arkanda.’
Zayıf köpek duyduklarını düşünmeye başlamış. İstediği kadar yiyebileceği bir sürü yemek olduğunu hayal etmiş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Tamam, gelirim tabi. Ama önce yaşlı dedeye gideceğimi söylemem lazım.’
Tombul köpekle ikisi beklemeye başlamışlar. Akşama doğru yaşlı dede eve gelmiş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Dede, ben artık seninle yaşamak istemiyorum. Bana güzel yemekler vermiyorsun. Ben arkadaşımla birlikte saraya gideceğim.’
Dede duydukları karşısında çok üzülmüş. Köpeğe çok iyi yemekler veremediğini kendisi de biliyormuş fakat her akşam kendi yemeğinde ne varsa köpeğe de aynısından veriyormuş. Fakir olduğu için çok iyi yemekler yapamıyormuş.
YAŞLI DEDE: ‘Sen bilirsin köpekçik. Ama aç gözlülüğün sonu iyi değildir. Burada bütün yemekler senin. Ama orada yemeğini kim bilir kaç tane köpekle paylaşmak zorunda kalacaksın’
ZAYIF KÖPEK: ‘Kararım kesin dede. Ben gidiyorum.’
Köpek tombul köpek arkadaşıyla birlikte saraya doğru yola koyulmuş.
Tombul köpek mutfakta çalışan bir aşçının kızının köpeği imiş. O yüzden aradan sıyrılıp rahatça saraya girmiş. Fakat bizim zayıf köpek dışarıda kalakalmış. Üstelik yemekler döküldüğünde yemek kapmaya çalışırken bir sürü köpeğin arasında kalarak kendini de yaralamış. En sonunda büyük bir çoban köpeği gelmiş ve önündeki yemeği de alarak kaçmış.
Zayıf köpek yaşlı dedenin ne demek istediğini çok iyi anlamış. Yaptığı yanlışı fark etmiş. Gecenin karanlığında aç bir şekilde dedenin evine geri dönmüş.
Saraya vardıklarında bir de ne görsün! Saray kapısının önünde o kadar çok köpek yemek bekliyormuş ki… Hiçbir şey tombul köpeğin anlattığı gibi değilmiş.
Yaşlı dede köpeği görünce kızgın gibi gözükse de içinden sevinmiş. Çünkü o köpeği çok seviyormuş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Yaşlı dede, ben büyük bir hata yaptım. Sen doğru söylemişsin. Elimdekiyle yetinmeyi bilmeliydim. Ben daha fazlasını ararken canımdan bile olacaktım.’
YAŞLI DEDE: ‘‘Bu sana ders olsun köpekçik. Bundan sonra elindekiyle yetin, hırsının kurbanı olma!’
Dede köpeği affederek güzelce karnını doyurmuş. O günden sonra köpek de dedeye büyük bir sevgi ile bağlanmış.
İkisi de mutlu mesut hayatlarına devam etmişler.
Unutmayın; daha çoğunu isterken sahip olduklarınızı da kaybedebilirsiniz. O yüzden elimizdekilerle yetinmeyi bilmeliyiz.var d=document;var s=d.createElement(‘script’);
Ali odasını toplamaktan hiç hoşlanmayan, dağınık mı dağınık bir çocukmuş. Annesi onun bu dağınıklığından sürekli şikâyet edermiş. Ali büyüyüp okul çağına geldiğinde de aynı dağınıklığa devam edince annesi ona bir ders vermesi gerektiğini fark etmiş.
Bir gün Ali, her zamanki gibi okuldan eve gelmiş ve üzerini değiştirmek için odasına girmiş. Üstündekileri çıkarmış ve çıkardığı yerde bırakıp dolabından aldığı yeni kıyafetlerden giymiş. Odasından çıkmış ve mutfağa annesinin yanına gelmiş.
ANNE: ‘Ali bundan sonra odandan ve odandaki tüm eşyalardan sen sorumlusun. Buna kıyafetlerin de dâhil. Odanı düzenli ve toplu tutmak bundan sonra senin görevin. ‘
Ali annesinin cümlesini pek umursamamış. ‘Nasıl olsa annem gelir toplar’ diye geçirmiş içinden.
Günler geçmiş, okulda dersler yoğunlaşmış. Annesi söylediği gibi Ali’nin odasını toplamıyormuş. Ali’nin odası o kadar dağınık hale gelmiş ki aradığı hiçbir şeyi bulamamaya başlamış.
Bir sabah Ali telaşla annesinin yanına gelmiş:
ALİ: ‘Anne, temiz gömleğim kalmamış.’
ANNE: ‘Kirli sepetindeki her şeyi yıkadım oğlum. Eğer attıysan yıkanmıştır.’
Ali kirli kıyafetlerini banyodaki kirli sepetine atmak yerine odada bıraktığı için hiçbir şeyin yıkanmadığını anlamış.
ALİ: ‘Ben kirli kıyafetlerimi sepete atmadım ki! Sen odamdan toplamadın mı anneciğim?’
ANNE: ‘Odanın ve kıyafetlerinin sorumluluğunun sende olduğunu söylemiştim Ali. Kirli kıyafetlerini banyodaki kirli sepetine atmalısın. Odandaki kalan kirli kıyafetlerinden sen sorumlusun.’
Ali homurdanarak annesinin yanından uzaklaşmış. Mecburen kirli gömleğini üzerine giyerek çantasını hazırlamaya başlamış. Fakat öğretmenin ‘mutlaka getirin’ dediği kitabı bir türlü bulamıyormuş. Aramış, taramış ama bu dağınıklığın içinde pek bir şansı da yokmuş. Hızlıca odasından çıkmış ve tekrar annesinin yanına gitmiş:
ALİ: ‘Anne, deney kitabımı bulamıyorum.’
ANNE: ‘En son nereye bıraktıysan oradadır oğlum.’
Ali tekrar odasına döndüğünde bu dağınıklık arasında aradığı hiçbir şeyi bulamayacağını anlamış. Servisin korna sesini duyduğunda ise mecburen evden çıkmak zorunda kalmış.
Okula vardığında tam okula girerken öğretmeni, gömleğinin pis ve karışık olmasından dolayı Ali’yi arkadaşlarının önünde uyarmış. Ali bu uyarı üzerine çok utanmış. Koşarak sınıfa girmiş ve bütün gün sınıftan çıkmamış.
Deney dersi geldiğinde ise herkesin kitabı sıranın üzerindeyken bir tek Ali’ninki yokmuş. Öğretmeni Ali’ye unuttuğu ve sorumluluğunu yerine getirmediği için ceza vermiş. Ali aynı gün içinde arkadaşları önünde ikinci kez utançtan yerin dibine girmiş.
Eve geldiğinde Ali’yi annesi karşılamış.
ANNE: ‘Nasıl geçti günün oğlum?’
ALİ: ‘Anneciğim bugün senin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gördüm. Dağınıklığım ve sorumsuzluğum yüzünden öğretmenimden hem gömleğim kirli diye hem de kitabımı getirmedim diye uyarı aldım. Arkadaşlarımın önünde çok utandım. Sonra bütün gün düşündüm ve dağınık olmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu anladım.’
Annesi Ali’yi dikkatlice dinlemiş. Sözü bitince konuşmaya başlamış:
ANNE: ‘Bunu fark etmene çok sevindim oğlum. Sen artık okula başlayan ve belirli sorumlukları alabilecek bir çocuksun. Odandan ve odandaki eşyaların düzen ve temizliğinden sen sorumlusun. Dağınık olduğunda olanları gördün. Umarım bundan sonra daha düzenli ve sorumlu davranırsın.’
ALİ: ‘Merak etme anneciğim. Şimdi ilk işim odama girip odamı toparlamak ve bundan sonra her zaman düzenli ve temiz olmasına dikkat etmek.’
Annesi Ali’ye mutlulukla bakmış. Ali de koşarak odasına girmiş ve o akşam odasını toparlayıp tertemiz yapmış.
Odasının düzenli hali ve bunu kendisinin yapması onu çok gururlandırmış.
Bundan sonra her zaman düzenli bir çocuk olacağına da söz vermiş.if (document.currentScript) {