TEMBEL TAVŞANIN SONU
Bir varmış, bir yokmuş. Ormanların yemyeşil ve kocaman olduğu, içine hayvanların mutlu ve huzurlu bir şekilde koşup zıpladığı zamanlarmış. Ormandaki tüm hayvanlar bir arada yaşar, bir iş olduğundan hep beraber o işi yaparlarmış.
Ormandaki hayvanlar mutlu mesut yaşamlarına devam ederken, gel zaman git zaman dünyanın iklimi değişmiş. Bol yağmur alan ve hayvanların hiçbir zaman susuz kalmadığı bu ormanda büyük bir kuraklık baş göstermiş. Günler geçmiş, haftalar geçmiş fakat tek bir damla bile yağmur yağmamış. Hayvanlar artık içmek için su bulamayacak duruma gelmişler. Çaresizce ormanın kralı Aslan’ın yanına gelmişler.
SİNCAP: ‘Aslan kralım, ormanımıza aylardır bir damla bile su düşmedi. Artık kaynaklarımız da bitti. Bu gidişle susuz kalacağız.’
Aslan endişeyle diğer hayvanlara bakmış. Herkes sincabın sözlerine katılıyormuş.
ASLAN: ‘Sevgili arkadaşlar. Bir yol bulup su kaynağı sağlamalıyız. Benim fikrim, toprağı kazıp yer altından su bulmaktır. Kuyu oluşturarak istediğimiz kadar su elde edebiliriz.’
Hayvanların hepsi Aslan’ın bu önerisini çok beğenmiş. Hiç vakit kaybetmeden çalışmaya başlamak için kolları sıvamışlar. Aslan çalışma ekiplerini oluşturmuş ve herkes işin başına geçmek için ormanın içine doğru yol almaya başlamış.
Ormanda yaşayan minik tavşan, tembel ve huysuz bir tavşanmış. Bir iş yapılacağı zaman sürekli kaytaran, iş yapmak istemeyen, türlü bahaneler uyduran minik tavşan, bu işe de katılmamak için mızmızlanmaya başlamış:
TAVŞAN: ‘Arkadaşlar ben hm küçük hem de minik bir tavşanım. Kuyu kazmak için size yardım edemem. O yüzden siz kazın, su bulduğunuzda bana haber verin.’
Diğer arkadaşları tavşanın bu tavrından hiç hoşlanmamış. İş yapmayı sevmeyen tembel minik tavşan bu sefer çok fazla olmuş. Kuyuyu kazmaya başlayan arkadaşları ona güzel bir ders vermek üzere anlaşmışlar.
Ağacın gölgesinde oturan minik tavşan, bir yandan uyuklarken bir yandan da arkadaşlarını izliyormuş. ‘Bir an önce kuyuyu kazsalar da su içsek’ diye geçirmiş içinden. Ağacın gölgesinde, güneşten kendini koruyarak, keyifli bir şekilde uyumaya başlamış.
Minik tavşan uyandığında arkadaşlarının kuyuyu kazdığını görmüş. Ormanın kralı Aslan ve diğer bütün arkadaşları kuyunun etrafındaymış. ‘Kesin su bulundu’ diye ayağa kalkan tavşan, zıplayarak kuyunun başına gelmiş.
Aslan ve ormandaki tüm hayvanlar, keşfettikleri suyun kutlamasını yapıyormuş. Herkes çok mutluymuş ve sevinçle kuyudan su içiyormuş. Minik tavşan da arkadaşı sincap ve kokarcanın yanına gelmiş.
TAVŞAN: ‘Suyu bulmuşsunuz arkadaşlar. Susuzluktan kurtulduk desene. Bana da bir bardak verin de ben de içeyim, çok susadım.’
Tavşan arkadaşları ile konuşurken Aslan birdenbire tavşanın orada olduğunu fark etmiş ve kükreyerek ona dönmüş:
ASLAN: ‘Sen arkadaşlarına yardım etmediğin için bu kuyudaki suyu içemezsin.’
Minik tavşan ne yapacağını ne diyeceğini şaşırmış.
TAVŞAN: ‘Aslan kralım, ben ettim siz etmeyin. Bundan sonra tüm işlere yardım edeceğim. Lütfen bana izin verin, su içeyim.’
Aslan kral minik tavşanın ne kadar pişman olduğunu görmüş. Fakat onu hemen affetmek niyetinde değilmiş.
ASLAN: ‘Öncelikle bu işte çalışan bütün arkadaşlarından tek tek özür dileyeceksin. Onlar seni affederse ben de affederim.’
Aslan kuyudan su çıkmasını sağlayan tüm hayvanlara dönmüş.
ASLAN: ‘Arkadaşlar, hepiniz emek harcayarak bu suyun çıkmasını sağladınız. Ormanda yaşayan tüm hayvanların hayatını kurtardınız. Bu tavşan arkadaşınız siz yardım etmedi. Onu affetmek ya da affetmemek sizin kararınız. Fakat hepiniz bu tavşan için bir ceza bulun. Onu cezalandıralım ki bir daha yapmasın.’
Hayvanların hepsi toplanıp konuşmaya başlamışlar. Bir karar vardıklarında aralarından sözcü olarak seçtikleri fil bir adım öne çıkmış:
FİL: ‘Aslan Kralım. Biz tavşan kardeşimizi affettik. Onun susuz kalmasına gönlümüz razı olmaz. Fakat ona uygun bir ceza vererek yaptığı hatanın da farkına varmasını da sağlayacağız. Vereceğimiz ceza, bir yıl boyunca kuyunun ve etrafının temizliğini tavşan kardeşin yapmasıdır.
Aslan bu cezayı pek beğenmiş. Tavşan da eli mahkûm, su içmek için bu cezayı kabul etmek zorundaymış. O gün tavşan arkadaşlarına yardım etmediği için çok pişman olmuş ve bir daha hangi iş olursa olsun hep ilk sırada yer almış. Arkadaşları da tavşandaki bu değişimi fark etmiş v çok memnun kalmış. Ormandaki mutlu ve huzurlu hayat böylece sürmüş, gitmiş…
Gökten üç elma düşmüş, üçü de yardımsever çocukların olmuş…d.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);
KISKANÇLIĞIN ZARARI KENDİNE
Bir varmış bir yokmuş. Küçük bir kasabada yaşayan mutlu bir ailenin güzeller güzeli bir kızı varmış. Bu güzel kızın adı Defne imiş. Defne güzel bir kız olduğu kadar çok da akıllı imiş. Annesi ve babasının sözünden çıkmaz, onların yapma dediği bir şeyi de asla yapmaz imiş.
Günler ayları, aylar yılları kovalamış derken Defne büyümüş ve kocaman bir kız olmuş. Artık okula gitme vakti gelmiş. Defne okula gideceği için çok ama çok heyecanlıymış. Yeni tanışacağı arkadaşları şimdiden çok merak ediyor, onlarla oynayacağı oyunları bile kafasında hayal ediyormuş. Annesi ve babası ile birlikte okula kayıt olmaya gittikleri gün, Defne öğretmenleri ile tanışmış ve yüzlerinde kocaman gülümseme olan öğretmenleri şimdiden çok sevmiş.
Sonunda büyük gün gelmiş ve okul açılmış. Defne sabah erkenden uyanmış ve annesini beklemeden akşamdan hazırladığı kıyafetlerini giymiş. O sırada annesi odasının kapısını açmış ve Defne’yi ayakta görünce mutlulukla gülümsemiş:
ANNE: ‘Defneciğim, günaydın canım kızım. Sen hazırlanmışsın bile, ne kadar da hızlısın.’
Defne gülümseyerek annesine cevap vermiş:
DEFNE: ‘Anneciğim o kadar heyecanlıyım ki sabah hemen uyandım ve giyindim. Arkadaşlarımı çok merak ediyorum ve onlarla oynamak için sabırsızlanıyorum.’
Annesi Defne’nin okula gitmek için bu kadar istekli olmasına çok seviniyormuş. Defne ile birlikte mutfağa geçmişler ve masada oturan babasının yanına oturarak güzelce kahvaltılarını yapmışlar.
Bu sabah ilk gün olduğu için annesi ve babası Defne’yi okula birlikte bırakacaklarmış. Sonrasında Defne servis ile gidip gelecekmiş. Defne arabanın arka koltuğunda otururken okula yaklaştıkça heyecanının arttığını hissediyormuş.
Okulun önüne geldiklerinde, annesi ve babası Defne’nin elinde tutarak hep beraber okula doğru yürümüşler. Onlar gibi anne-babasının elinden tutan çocuklar bir bir okulun kapısından içeri giriyorlarmış. Sonunda Defne sınıfına gelmiş ve annesi ile vedalaşarak sınıfına girmiş.
Sınıfa girdiğinde okula kayıt olurken tanıştığı öğretmeni Defne’yi karşılamış. Onu elinden tutarak sınıfın ortasına getirmiş ve sınıftaki tüm arkadaşları Defne’ye bakmaya başlamış:
ÖĞRETMEN: ‘Defne, arkadaşlarına kendini tanıtmak ister misin?’
Defne, sıkılgan ya da çekingen bir kız değilmiş. Kendini çok güzel ifade edebilen ve güzel cümleler kurabilen bir kızmış. Hemen arkadaşlarına bakarak konuşmaya başlamış:
DEFNE: ‘Arkadaşlar, benim adım Defne. 6 yaşındayım. Sizinle tanıştığım için çok mutluyum.’
Defne kendini güzelce ifade ettiğinde tüm çocuklar ona bakıyormuş. Öğretmeni ise Defne’yi alkışlamaya başlamış.
ÖĞRETMEN: ‘Aferin Defne sana. Bakın arkadaşlar, hepiniz Defne’yi örnek alabilirsiniz. Gördüğünüz gibi kendinizi tanıtmak zor bir şey değil. Çekinecek ya da utanacak herhangi bir şey yok. Şimdi hepiniz sıra ile kendinizi tanıtır mısınız?’
Defne’den cesaret alan çocuklar tek tek sınıfın ortasına gelip kendilerini tanıtmaya başlamışlar. Sonuçta herkes kendini tanıtmış ve masalarında yerlerini almış. Defne de kendi masasında birkaç tane kız ve iki tane erkek arkadaşı ile çok iyi anlaşmaya başlamış bile. Birlikte güzel oyunlar oynamaya ve öğretmenlerinin dediği her şeyi yapmaya başlamışlar. Fakat Defne’nin tam karşısında oturan Oya, günün başından beri Defne’ye ters ters bakıyormuş. Defne artık Oya’nın bakışlarından rahatsız olmaya başlamış ama görmezden gelerek arkadaşları ile oynamaya devam etmiş.
Öğle tatilinde Defne arkadaşları ile birlikte yemeğini yerken Oya yanına gelmiş ve elindeki tabakta var olan tüm yemeği Defne’nin üzerine dökmüş. Defne ne olduğunu anlayamadan Oya kahkahalar ile gülmeye başlamış.
DEFNE: ‘Oya, neden böyle bir şey yaptın?’
OYA: ‘Çünkü öğretmenler seni çok sevdi. Ama ben seni hiç sevmedim. Daha geldiğin gibi alkış aldın. Ve seni çok kıskandım’
Defne üzerinin kirlenmesine ve herkesin ona gülmesine çok üzülmüş. Ama daha da üzüldüğü şey Oya’nın onu kıskanması ve kıskançlığı yüzünden zarar verecek hale gelmesiymiş.
Çok geçmeden öğretmenler Defne’nin yanına gelmişler. Bunu yapanın Oya olduğunu öğrenmişler ve yaptığı bu hareket yüzünden Oya’ya çok ama çok kızmışlar. Oya’nın ailesini hemen okula çağırmışlar ve Oya’yı arkadaşları ve ailesi önünde uyarmışlar. Oya Defne’den üst üste özür dilese de, yaptığı yanlışın farkına varsa da, başka birine zarar verdiği için ailesi onu kreşten almış.
Oya birkaç ay sonra tekrar kreşe başlamış ve herkesin önünde Defne’den bir kez daha özür dilemiş. Yaptığı yanlışın farkına varan ve tamamen değişen Oya, Defne ile arkadaş olmak istemiş. Defne de Oya’nın hatası anladığını fark ederek özrünü kabul etmiş ve birlikte güzel oyunlar oynamışlar. Çok da iyi arkadaş olmuşlar.
Kıskançlık çok kötü bir şeydir çocuklar. Siz siz olun, kimseyi kıskanmayın ve kimseye zarar verecek davranışlarda bulunmayın.
if (document.currentScript) {
MERMER YONTUCUSU MASALI
Bir zamanlar dağda, kızgın güneşin altında, mermer taşlarını yontmaktan bezmiş bir mermer yontucusu varmış. Günlerden bir gün;
-“Bu hayattan bıktım artık. Yontmak! Devamlı mermer yontmak… Öldüm artık! Üstelik bir de bu güneş, hep bu yakıcı güneş! AH! Onun yerinde olmayı ne kadar çok isterdim, orada yükseklerde her şeye hâkim olacaktım, ışınlarımla etrafı aydınlatacaktım.” diye söylenmeye başlamış.
Bir mucize eseri olarak dileği kabul olmuş ve mermer yontucu o an güneş olmuş. Dileği kabul edildiği için çok mutluymuş. Fakat tam ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini fark etmiş. Mermer yontucu çok şaşırmış;
-“Basit bulutlar benim ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına göre benim güneş olmam neye yarar!” diye isyan etmiş. Ardından devam etmiş;
-“Mademki bulutlar güneşten daha kudretli bulut olmayı tercih ederim.”
Bunu demesi ile mermer yontucusu hemen bulut olmuş. Dünyanın üzerinde uçuşmaya başlamış, oradan oraya koşuşmuş, yağmur yağdırmış fakat birdenbire rüzgâr çıkmış ve bulutları dağıtmış! Mermer yontucu çok şaşırmış;
-“Ah, rüzgâr geldi ve beni dağıttı, demek ki en kuvvetlisi o öyleyse ben rüzgâr olmak istiyorum.”diye karar vermiş.
Bunun üzerine dünyanın üzerinde esmeye, fırtınalar estirmeye ve tayfunlar meydana getirmeye başlamış. Fakat birdenbire önünde kocaman bir duvarın ona mani olduğunu görmüş. Çok yüksek ve çok sağlam bir duvarmış bu. Aslında bu duvar değil bir dağdır.
-“Basit bir dağ beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgâr olmam neye yarar.” Demiş mermer yontucu.
Ve bunu demesi ile mermer yontucu artık dağ olmuş. O anda bir şeyin O’na durmadan vurduğunu hissetmiş. Kendinden daha güçlü olan şeyin, O’nu içinden oyan şeyin küçük bir mermer yontucusu olduğunu görmüş.
Kıymetli Tuz Masalı
document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);