Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellallığı pireler berber iken, ben anamın beşiği de tandır mıngır sallanır iken, buradan çok uzaklarda bir yerlerde bir saray varmış. Saray da ne saray ama! Bin bir ülkeye namı yayılmış, uzak diyarlardan, denizlerin ötesinden bile diğer krallar, kraliçeler, bu sarayı görmeye gelirlermiş. Saray da, sarayın çevresinde yaşayan tüm halk da çok memnunmuş. Sürekli birileri ziyarete geldiğinden dolayı, esnaf da köylüler de iş yapıyorlar, köylüsünün mutlu olduğunu gören kraliçe ve kral da mutlu oluyorlarmış.
Bu sarayın küçük bir sırrı varmış. Bu sır gerçekten küçük olan kral ve kraliçenin altı yaşında sevimli mi sevimli kızlar Mila imiş. Mila’nın özel bir yeteneği varmış. Mila’nın ellerinden sihir akıyormuş. Mila nereye dokunsa orası çiçekleniyor, güzelleşiyor, ya da altın oluyormuş. Mila bahçede oynadıkça, bahçede mis gibi kokan güller, çiçekler açıyormuş.
Gel zaman git zaman, Mila bir sabah bahçeye çıkmamış. Yatağında yatıyormuş. Sarayın hizmetçileri Mila’nın çıkmadığını fark edip hemen kral ve kraliçeye haber vermişler. Kral ve kraliçe hemen Mila’nın odasına koşmuşlar. Bir ne görsünler! Yavrucak, terler içinde orada yatıyormuş. Hemen hekim çağırmışlar. Hekim Mila’yı tedavi etmeye çalışmış lakin başaramamış. Kral hemen hekimi kovmuş yeni hekim çağırmış. O hekim de Mila’ya bir çare bulamamış. Gel zaman git zaman Mila hala yatağından kalkamıyormuş. Bahçeye inemeyen Mila güzel güzel yeni çiçekler de açtıramıyor, hiçbir yeri altın yapamıyor, durum böyle olunca insanlar eskisi gibi saraya gelmiyorlar, köylü halkı kimseye satış yapamıyor, insanlar aç kalıyormuş. Saray günden güne karanlığa bürünmeye başlamış. Kızının bir türlü düzelmediğini, köylülerin perişan halde olduğunu gören kral hemen bir ferman yayınlamış.
-‘’ Kim ola ki, kralın kızını iyileştire, işte o zaman zengin olur, sarayın kapıları onun için sonsuza dek açılır.’’
Kral bu ilanı her yere astırmış. Yalandan dolandan insanlar hekim kılığına girip kızı tedavi edeceklerini söyleyip kralı kandırmaya çalışmışlar. Lakin aylar yıllar geçmiş. Kimse hala bir tedavi bulamamış.
Bir gün ormanda ufak bir çocuk geziniyormuş. Çocuğun babası otlar toplar bunlardan merhem yapar, yaralarına sürer iyileşirmiş. Ormanda gezerken bu ilanı görmüş. İlanı okuyunca daha önce kendisinin de başına aynı şey geldiğini hatırlarmış. Bir koşu babasına ilanı götürmüş. İlanı gören babası kızın uyku hastalığına yakalandığını ve buna tek iyi gelecek şeyin, dağların öbür ucunda yetişen bir kahve ağacının çekirdeği olduğunu söylemiş. Çocuk babasına gidip kızı tedavi etmesi için yalvarmış. Babası çocuğu kırmamış ve birlikte o ağaca gitmişler. Günler sonra sarayın önüne gitmişler. Babası;
-‘’ Size ilaç getirdim. Kızın şifası bendedir. ‘’ demiş. Ama hizmetlilerden kimse inanmamış. Çünkü herkes kralın parasını almak için geliyormuş. Adam eklemiş.
-‘’ Kızın hastalığı uyku hastalığı, devası da şu an elimde duran şişededir. Daha önce kendi oğlum da aynı hastalığa kapıldı. Ona da bundan içirdim uyanıverdi.’’ Diyince bir hizmetli adama inanmış ve içeri almış.
Kral ve kraliçenin yanında, kız ilacı içirmiş. Ve kız ertesi sabah uyanıvermiş. Kral adama ‘’Dile benden ne dilersen. Artık burada benimle eşit sayılırsın. ‘’ demiş. Adam da
-‘’ Hiçbir şey istemem. Kızınız iyi olsun tek dileğim o dur.’’ Demiş.
Ama kral adamı bırakmamış. Sarayın yeni hekimi yapmış. Hekimin oğlu ve kralın kızı büyüdüklerinde birbirlerine aşık olmuşlar ve evlenmişler. Saray da eski ihtişamına geri dönmüş.
8 Yorumlar