Fakir bir saka, o sakanın da bir eşeği vardı. Bu eşek; zayıf zavallı bir eşekti, sırtında yüzlerce yara vardı. Değil arpa ot bile bulamıyordu. Padişahın atlarının bakıcısı da bu sakayı tanıyordu. Onunla eskilere dayanan bir ahbaplığı vardı.
Padişahın atlarının bakıcısı bir gün yolda giderken sakaya rastladı:
– “Bu zavallı eşeğin hali ne böyle, nerdeyse zayıflıktan ölecek.” dedi.
Saka yana yakıla anlattı:
–“Sevgili dost biliyorsun ki ben fakir bir insanım. O sebeple bu zavallı hayvana bakamıyorum.” dedi.
Padişahın ahır başı:
– “Bak şimdi; sen bu hayvanı bana ver, birkaç gün padişahın ahırına bağlayayım. Ona padişahın atlarının yeminden vereyim, biraz düzelsin.” dedi.
Saka eşeği seve seve verdi. Eşeği alıp padişahın ahırına getirdiler. Eşek ahırdaki temiz ve bakımlı atların halini görünce:
– “Yarabbi! Bu nasıl iş, bu atlar senin yarattığın da ben senin yarattığın değil miyim? Şu halime bak, bunların durumuna bak, böyle olur mu?” dedi.
Aradan birkaç gün geçmeden savaş çıktı. Ahırdaki atları çekip eğerlediler. Savaş alanına yolladılar. Günlerce süren savaştan sonra atlar döndüğünde her birinin vücudunda yüzlerce yara vardı ve birçok ok ucu hala vücutlarında duruyordu.
Atların ayakları bağlandı, cerrahlar geldi ve başladılar atların orasını burasını yararak, ok parçalarını ve mızrak uçlarını çıkarmaya. Bunu gören bizim eşek, daha önce düşündüklerinden ve söylediklerinden bin pişman olarak haline şükretti.
Yorum Yok