Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, ben dayımın beşiğinde tıngır mıngır sallanır iken, uzaklarda bir yerlerde bir saray varmış. Saraydaki kraliçe bir kız çocuğuna hamile imiş. Günün birinde hamile kraliçe bir rüya görmüş. Rüyasında eğer kızına çilek yedirirse kızının sonsuz bir uykuya yatacağından bahseden bir peri varmış. Kraliçe sabah uyandığında hemen krala bunu anlatmış ve kral da ülkede ki tüm çilekleri toplatıp çöpe attırmış. O günden sonra o diyarda kimse ne çilek ekmiş, ne de çilek toplayıp yemiş. Günler geçiyor kraliçenin kızı hızla büyüyormuş. Ama büyüdükçe sağ kolunda da çilek şeklinde bir iz belirmeye başlamış. Bunu fark eden kraliçe hemen sarayın hekimini çağırmış ve olan biteni, gördüğü rüyayı anlatmış. Hekim de gördüğünün doğru olduğunu asla ve asla kıza çilek yedirmemesi gerektiğini söylemiş. Prenses gün geçtikçe büyüyor, büyüdükçe de kolundaki leke belirginleşiyormuş. Daha önce hayatında hiç çilek görmeyen prenses kolundaki lekenin bir çilek olduğunu da bilmiyormuş. Gel zaman git zaman prenses büyüyünce dışarıya çıkıp gezmeye başlamış. Yine bir gün yanında korumalarıyla gezerken onlara fark ettirmeden korumalarının yanından kaçmış. Çünkü onlarlayken çok canı sıkılıyormuş. Annesi ve babası kimseyle arkadaşlık etmesini istemiyorlar, o yüzden hep yanına koruma veriyorlarmış. Prenses koşmuş ve ormanın içine doğru gitmiş. Ormanda yavaş yavaş, bitkileri, hayvanları seve seve ilerliyormuş. Birden başı dönmeye, karnı guruldamaya ve gözleri kararmaya başlamış. Ne olduğunu anlamadan birden yere yığılmış. Birkaç saat sonra korumalar prensesi bulduklarında prenses baygın bir halde yerde yatıyormuş. Hemen prensesi kucaklayıp saraya götürmüşler. Prensesi o halde gören kraliçe üzüntüden hasta olmuş o da yataklara düşmüş. Sarayın hekimi ne yapacağını bilmez haldeymiş. Aylar geçmiş, kraliçe yavaş yavaş iyileşmeye başlamış fakat prenses hala iyileşmiyormuş. Kral bu duruma çok kızmış ve hekimi saraydan kovmuş. Tüm ülkeye saraya bir hekim aradıklarını, bu hekimin prensesi iyileştirmesi gerektiğini, aksi takdirde zindana atılacağını duyurmuş. Prensesi iyileştirecek hekim aynı zamanda prensesle evlenecekmiş. Bunu duyan genç yaştaki tüm gençler ben hekimin ben iyileştiririm diyerek saraya gelmişler fakat hiçbiri bunun nedenini ve şifasını bulamamış. Hepsi zindana atılmışlar. Günler geçiyor prenses hala iyileşmiyor, kimsesinin elinden bir şey gelmiyormuş. Hatta kolundaki leke git gide büyüyüp siyahlaşıyormuş.
Bir gün Ahmet ormanda yürürken sarayın ilanıyla karşılaşmış. Ahmet hekim değilmiş ancak dağda kırda şifalı otlar toplar, özel ilaçlar yapar, kimsesizler hasta olduklarında onları iyileştirirmiş. Acaba derdi ne olabilir diye düşünürken en sonunda saraya gitmeye karar vermiş. Saraya gittiğinde kendisinin hekim olmadığını söyleyerek, yaptığı şeyleri anlatmış. Kral o kadar çaresiz bir haldeymiş ki, Ahmet’in hekim olup olmamasını umursamamış bile. Ahmet prensesin odasına girdiğinde şu ana kadar gördüğü en güzel kız orda uyuyormuş. Yavaşça gidip kızın yanına onu incelemeye başlamış. Bakarken kızın kolundaki çilek şeklini görmüş. Kraliçeye dönüp ‘’Bu nedir?’’ diye sormuş. Kraliçe de yıllar önce gördüğü rüyayı anlatmış. Ahmet her rüyaya inanmaması gerektiğini, ondan önce giden hekimin kraliçeyi kandırdığını anlatmış. Hemen çilek bulup getirmelerini söylemiş. Prenses çileği yediğinde 1-2 saat sonra kendiliğinden uyandığında karşısında diyarın en yakışıklı ve genç çocuğunu görmüş. Aralarındaki elektriği herkes görebiliyormuş. Kral da fark etmiş ve kızını, onu kurtaranla evlendirme kararı almış. Bir ay sonra prenses ve Ahmet 40 gün 40 gece düğünle evlenmişler. Tüm hayatları boyunca mutlu mesut yaşamışlar.
32 Yorumlar