Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal pireler berber iken, ben dayımın beşiğinde tıngır mıngır sallanır iken, uzaklarda bir yerlerde koca koca çam ağaçlarının arkasında küçük bir köy varmış. Bu köy büyük dağların arasında kaldığı için pek kimse yerini bilmezmiş. O yüzden bu köyde yaşayanlar birbirlerinden başka çok bir insan tanımazlarmış. Bir de bu köyün bir özelliği varmış. Bu köyde yaşayan herkesin boyu küçücükmüş. Yani dışarıdan bakıldığında hepsi birer cüce gibi gözüküyorlarmış. Gel zaman git zaman bu köyde bir çocuk doğmuş. Ama bu çocuk köydeki hiç kimse gibi kısa değilmiş. Hatta tam tersi yıllar geçiyor çocuk uzadıkça uzuyor, hatta boyu iki metreye yaklaşıyormuş. Yanında kalan annesi ve babası çocuğun yanında adeta küçük bir nokta gibi duruyormuş. Çocuğun adı da Erdemmiş. Erdem neden boyu bu kadar uzun diye düşünmeden edemiyormuş. Hatta kendini çok kötü hissediyor, hep yalnız başına takılıyor, arkadaşları onunla kimseye benzemediği için alay ediyor, dalga geçiyorlarmış.
Erdem durumuna üzüle dursun, köyün bir iki kilometre ilerisinde bir cadının kulübesi varmış. Ama bu cadı kötü bir cadı değilmiş. Diğer cadıların aksine bu cadı insanlara yardım eder, köyde yaşayanların toprakları bereketli olsun, daha çok ve daha güzel meyveleri sebzeleri olsun diye her sene iksir yapar, tüm köylüye dağıtırmış. Köylüler de bu cadıyı çok severler, sürekli evlerine sofralarına konuk ederlermiş.
Bir gün Erdem yine haline üzüle üzüle yürümeye başlamış. Ama Erdem o kadar dalgınmış ki, ne kadar yürüdüğünü fark etmemiş. Birden etrafına dikkatlice bakınca köyünden epey uzaklaştığını fark etmiş. Tam karşısında küçük, mor bir kulübe duruyormuş. Erdem gece olduğu ve hava karardığı için geriye gitmeye cesaret edememiş ve hemen karşısında duran mor kulübenin kapısını çalmaya karar vermiş.
Erdem usulca çok ses çıkarmadan kulübeye doğru gitmiş ve kapısını çalmış. Kapıyı açanı görünce çok şaşırmış. Karşısında gencecik bir kız duruyormuş. Kızın başında da kocaman mor bir şapka varmış. Erdem daha önce böyle bir şapka görmemiş. Hemen kıza sormuş;’’ Merhaba. Ben kayboldum. Gece olduğu için de geri gidemiyorum. Rica etsem sizin evinizde bu gece kalabilir miyim?’’ demiş. Cadı kız da ‘’Tabii ki!’’ demiş ve Erdem’i içeri almış. Erdeme yemek ikram ettikten sonra Erdem yine merak etmiş ve sormuş.’’Başındaki şapka ne şapkası? Daha önce hayatımda böyle bir şapka görmedim’’. Cadı da gülerek cevap vermiş. ‘’Demek ki hayatında daha önce hiç cadı görmedin!’’ demiş. Cadı kelimesini duyunca Erdem korkmuş. Cadı da Erdem’in korktuğunu anlamış.’’Merak etme ben öyle masallardaki gibi korkulu bir cadı değilim. Ben insanlara yardım ederim. İnsanların dertlerini daha onlar söylemeden anlarım. Senin de derdin boyunun çok uzun olmasıyla değil mi?’’ demiş. Cadı böyle sorunca Erdem şaşırmış ve anlatmaya başlamış. Erdem anlattıkça cadı Erdem’in ne kadar üzüldüğünü görmüş ve ona bir iksir hazırlamaya karar vermiş. Erdeme uzun boylu olmasının kafasına takılacak bir şey olmadığını anlatmış ama Erdem yine de istemiyormuş. Biraz daha sohbet edip yataklarına yatmışlar. Cadı yatmadan önce Erdem’in bardağındaki suyun içine iksiri dökmüş. Erdem gece suyu içip yatmış. Sabah uyandıklarında Erdem diğer arkadaşları gibi kısa boyluymuş. Kendine aynada bakınca gözlerine inanamamış. Cadıya defalarca teşekkür etmiş ve köyüne doğru yola koyulmuş. O günden sonra da cadıyla çok iyi arkadaş olmuşlar. Herkes mutlu mesut yaşamış.
Bir Yorum