Bir varmış, bir yokmuş,
Allahın deli deli kulları pek çokmuş,
Bizden daha delisi hiç yokmuş.
Çok demesi pek günahmış…
Azdan çoktan, hoppala hoptan,
Sana bir mintan yaptırayım çerden çöpten,
İlikleri karpuz kabuğundan,
Düğmeleri turptan.
Evvel zamanda iken,
Kalbur samanda iken.
Az iken, uz iken
Anam evde kız iken, deve tersi koz iken,
Karatavuk kömürcü, saksağan berber iken.
At ekmekçi, köpek dülger iken,
Deve bez satan, horoz tellâl iken,
Tavuk saatçi, eşek tuzcu iken.
Koyun hakim, keçi müezzin iken,
Tilki simsar, kedi çuhadar iken,
Anam eşikte iken,
Babam beşikte iken.
Anam ağlar, anamı sallardım.
Babam ağlar, babamı sallardım.
Derken, babam düştü beşikten,
Ben hopladım eşikten,
Anam kaptı maşayı,
Babam kaptı meşeyi.
Dolandırdılar bana dört bir köşeyi.
Anam kaptı yarmayı
Çıktım tavan arasına,
Bir kırık sandık buldum.
Açtım baktım: İçinde bir kırık altın.
Almayacaktım ama, aldım, sarıdır diye.
Ordan gittim İstanbul’a
Bir kâse yoğurt aldım, durudur diye.
Dokuz yüz doksan testi su kattım, koyudur diye.
Sultanahmet minarelerini belime soktum borudur diye.
Tophane güllelerini cebime doldurdum, darıdır diye.
Nacağı aldım, Kapalıçarşı’ya daldım, korudur diye.
Akdeniz’e girdim kıyıdır diye.
Ortasına bastım kuyudur diye.
Selimiye Camii’nin duvarına dayandım, yalıdır diye.
Ahırdağ’na bir tekme vurdum, “Geri dur!” diye.
Üçlük beşlik verdiler beğenmedim, iridir diye.
Beni aldılar, tımarhaneye götürdüler, delidir diye.
İki adam geldi şahitlik etti, Veli oğlu Veli’dir diye.
Tımarhaneyi dürdüm, katladım sırtladım, halıdır diye.
Beş on sopa vurdular, yeridir diye.
Beni padişaha bildirdiler, delidir diye.
Padişahtan ferman çıktı, “Bırakın onu eski huyudur!” diye.
Fermanı aldım, cadde boyu gidiyordum,
Bir boz eşek gördüm peşine takıldım,
Eşek bana bir tekme vurdu, Geri dur!” diye.
Koştum, eve vardım: “Baban doğdu” dediler,
Kucağıma bir yumurta verdiler.
Yumurta elimden düştü
İçinden kocaman bir horoz çıktı, sokağa kaçtı.
Kovalamaya başladım.
Taş attım da attım…
Cevizden bir kocaman ağaç
Bu cevizleri düşüreyim diye taş attım, değmedi.
Toprak attım ağacın başı tarla oldu.
Kimi dedi: “Buğday ek”, kimi dedi “Karpuz ek.”
Karpuz ektim.
Öyle karpuz verdi ki tarla,
Develer taşıyamadı
Karşıma bir adam çıktı:
“Karpuzundan versene!” dedi.
Bir karpuz verdim, bir ordu yedi, yarısı arttı…
Ben de bir karpuz keseyim, dedim.
Keserken çakım içine kaçıverdi.
Elimi saldım alamadım.
Gözümü soktum, göremedim.
Kendim girdim, yedi sene aradım, bulamadım.
Yedi sene gezdim,
Dolaştım sonunda karpuzun kapısına ulaştım.
Vay anam karpuz,
Evin köyün yıkılası karpuz…
Bir yanı sazlık samanlık,
Bir yanı tozluk dumanlık,
Bir yanında demirciler demir döver denk ile,
Bir yanında boyacılar boya boyar,
Binbir çeşit renk ile.
Kaz kaz ile, baz baz ile,
Alaca tavuk çil horoz ile.
Annesi genç kız ile,
Anlaşırlar pek naz ile,
Kaşık oynar göz ile,
Aşık meydana gelir saz ile,
Meclis de dinler haz ile,
Armudu taşlayalım,
Dibinde kışlayalım,
İzin verirseniz masala başlayalım.
Bir zamanlar, üç erkek evladı olan bir değirmenci yaşarmış uzak diyarlarda. Değirmenci ölünce büyük oğluna değirmen, ortanca oğluna eşek, küçük oğluna da kedi kalmış miras olarak. Küçük oğlu bu duruma üzülüp içerlemiş çok.
“Bir kedi ne işine yarar ki insanın?” diye yakınmış. “Pişirip yinmez bile.” diye söylenmiş.
Kedi bunu duymuş ve hemen cevap vermiş: “Aslında hiç de kötü bir mirasa sahip olmadığınızı anlayacaksınız efendim. Bakın şimdi bana boş bir çuval ve çizme verirseniz, neye yarayacağımı göreceksiniz.”
Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kedinin isteklerini yerine getirmiş çocuk. Kedi çizmeleri giyip aynanın karşısına geçmiş ve kendini epeyce süzüp, beğenmiş. Sonra kilerden taze bir marulla havuç alıp ormanın yolunu tutmuş. Ormanda çuvalın ağzını açmış, marulla havucu çuvalın içine yerleştirip bir ağacın arkasına gizlenmiş. Çok geçmeden taze sebzelerin kokusunu alan küçük bir tavşan çuvalın yanına zıplaya gelip içine atlayıvermiş. Kedi saklandığı yerden çıkıp çuvalın ağzını sıkıca kapatıp bağlamış.
Ancak Çizmeli Kedi tavşanı efendisine götürmeyip, hızla saraya gidip Kral’la görüşmek istediğini söylemiş. Kral’ın huzuruna çıkarak yere eğilip, “Yüce Efendimiz, sizin Efendim Marki bir hediye hazırladı, ben de getirdim,” demiş. Bu hediye Kral’ın hoşuna gitmiş.
Üç ay boyunca Çizmeli Kedi saraya o kadar çok hediye götürmüş ki, Kral artık onun yollarını hergün gözler olmuş. Çizmeli Kedi’nin dört gözle beklediği gün sonunda gelmiş ve “Efendim bana neden diye sormadan bu sabah ırmağa gidip yıkanın lütfen” demiş sahibine. Çizmeli Kedi, o sabah Kral’ın Prenses’le, yani kızıyla birlikte ırmağın kenarından geçeceğinden haberdarmış.
O gün dediği gibi de olmuş. Kral’ın faytonu ırmağın yakınından geçerken Çizmeli Kedi hızla yanlarına yanaşmış. “Yardım edin! Yardım edin!” diye bağırmış. “Efendim Marki boğuluyor!” Kral hemen bir alay askerini ırmağa yollamış.
Çizmeli Kedi bununla da kalmamış elbet. Efendisi ırmakta yüzerken hırsızların onun elbiselerini çaldılar demiş Kral’a. Halbuki Çizmeli Kedi, onun elbiselerini çalıların arkasına kendisi saklamış:)
Kral, hemencik Marki’ye bir takım elbise de yollamış. Çizmeli Kedi’nin sahibi, kendisine Marki denmesine şaşırmış, lakin akıllılık edip hiç sesini çıkarmayıp belli etmemiş.
Marki güzelce giyindirilince Kral bir de onun orada üşüyüp kalmasını istemeyerek, gideceği yere götürmek için faytonuna davet etmiş ve kızıyla tanıştırmış. Prenses, jilet gibi canti giyinmiş olan Marki’ye bir bakışta âşık oluvermiş.
O sırada Çizmeli Kedi koşa koşa oradan gitmiş. Çok geçmeden büyük bir tarlada ot biçen insanlara rastlamış. “Beni dinleyin!” diye bağırmış. “Kral şimdi bu tarafa geliyor, size bu güzel arazilerin kime ait olduğunu sorarsa ona efendim Marki’ye ait olduğunu söyleyeceksiniz. Yoksa size yapacağımı bilirim, kral çok sinirli, kellelerinizin uçmasını sağlarım.”
Sonra Çizmeli Kedi bir süre daha koşmuş ve büyük bir tarlada buğday biçen adamlara rastlamış. Aynını deyip ikna etmiş. Tekrar tekrar koşmuş ve herkeslere aynı şeyleri tekrarlamış. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş derken Dev’in şatosuna kadar varmış.
Kral’ın Faytonu Çizmeli Kedi’nin geçtiği yerlerden geçerken Kral her rastgeldiği insana, “Bu tarlalar kimindir?” diye sormuş. Her defasında da “Marki’nin” cevabı alıyormuş. Kral, Marki’nin bu kadar çok toprağa sahip olmasına şaşırmış. Çizmeli Kedi’nin efendisi de öyle!
O sırada Çizmeli Kedi Dev’in şatosunda başka işler çeviriyormuş. “Dev,” demiş Çizmeli Kedi, Dev’in nefesinin kokusundan iğrendiğini gizlemeye çalışarak. “Senin aynı zamanda müthiş bir sihirbazlık gücünün olduğunu söylüyorlar, öyle mi?”
“Öyle diyorlarsa, öyledir,” demiş Dev sakin ve tevazu göstererek.
“Mesela, istersen hemen bir aslana dönüşebilir diyorlar senin için,” demiş Çizmeli Kedi. Bunu söyler söylemez Dev hemen kendini bir aslan görüntüsüne çevirmiş. Çizmeli Kedi kendini dolabın üzerine atıvermiş irkilerek. Dev tekrar eski haline dönünce dolaptan aşağı inmiş. “Harika, Fevakalade!” demiş kedi. “Ama fare gibi küçük bir şeye dönüşmek senin gibi iri biri için herhalde imkânsızdır!”
“İmkânsız mı? Hahh” diye gülmüş Dev. “Benim yapamadığım bir şey bulamazsın ufaklık!” Dev bir anda fareye olmuş Çizmeli Kedi de onu hemen oracıkta yutuvermiş.
Derken Kral, Dev’in şatosuna varmış. Şatonun artık kime ait olduğunu tahmin etmişsinizdir herhalde! Çizmeli Kedi Kral’ın faytonunu şatonun yolunda karşılamış. “Bu taraftan gelin,” demiş. “Sizi bir ziyafet bekliyor.”
Dev o gün birkaç arkadaşına bir ziyafet vermeyi planladığı için yemeklerle donatılmış büyük bir masa onları bekliyormuş!”
O günün sonunda Çizmeli Kedi’nin sahibi Marki Prenses’le nişanlanmış. Bir hafta sonra da 40 gün 40 gece boyunca düğün dernek kurmuşlar. Çizmeli Kedi’ye ne mi olmuş? Dokuz canından dokuzunu da sefa içinde sürmüş ve bir daha da fare avlamasına gerek kalmamış. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);
Yorum Yok