Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, her yerde karların olduğu
güzel mi güzel bir kış günüymüş. Uzak diyarların birinde bir kraliçe varmış ve bu kraliçe
sarayının camından dışarıda yağan karı izler, bir yandan da elindeki nakış işini işlermiş.
Kraliçe karın güzelliğine öyle bir dalmış ki bir anda iğne eline batmış ve üç damla kan
bembeyaz kumaşın üzerine damlamış. Bu görüntü üzerine Kraliçe, içinden geçen dileği sesli
olarak dile getirmiş:
Kraliçe: ‘Ey güzel Allah’ım. Sen bana bir kız çocuğu nasip et. Bu kız çocuğu o kadar güzel
bir kız çocuğu olsun ki teni bu dışarıda yağan karlar kadar ak, yanakları da bu kan gibi al
olsun. Saçları upuzun ve kömür gibi kapkara olsun. Ona bir bakan bir daha baksın.’
Kraliçenin bu içen duasından sonra aradan aylar geçmiş, mevsim değişmiş, her yer çiçek
açmış. Bir gün Kraliçe hamile olduğunu öğrenmiş ve dünyalar onun olmuş. Hemen krala ve
bütün saraya haber verilmiş, kraliçe adına kutlamalar düzenlenmiş. Zaman su gibi akıp
geçiyormuş ve nihayet 9 ayın sonunda Kraliçe, dünyalar güzeli bir kız çocuğu dünyaya
getirmiş. Bu güzel kız çocuğuna herkes ‘Pamuk Prenses’ adını koymuş. Fakat doğumun
hemen ardından Kraliçe ölmüş ve bu güzel kız daha doğduğu gibi annesiz kalmış.
Kral, Pamuk Prenses iki yaşına geldiğinde tekrar evlenme kararı almış. Kralın yeni evlendiği
Kraliçe de çok ama çok güzel bir kadınmış fakat biraz kibirliymiş. O kadar kibirliymiş ki
kendisinden daha güzel birinin olma ihtimali bile onu deli ediyormuş. Sadece kendini beğenen
ve dünyanın en güzeli olarak kendisini gören Kraliçe’nin sihirli bir aynası da varmış. Kraliçe
her gün bu aynasının karşısına geçermiş.
Kraliçe: ‘Ayna, ayna, söyle bana; benden daha güzeli var mı bu kocaman dünyada?’
Ayna: ‘Yok kraliçem. En güzel sizsiniz.’
Kraliçe her gün bu yanıtı alır ve mutlu bir şekilde güne başlarmış.
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovalamış derken Pamuk Prenses büyümüş ve 14
yaşında güzel ve genç bir kız olmuş. Pamuk Prenses o kadar güzel bir kız olmuş ki, ona bir
bakan bir daha bakıyormuş. Onu bir gören unutamıyormuş.
Pamuk Prenses ’in 14 yaşına geldiği ve genç kız olduğu gün, kraliçe her gün olduğu gibi yine
aynasının karşısına geçmiş:
Kraliçe: ‘Ayna, ayna; söyle bana; benden daha güzeli var mı bu kocaman dünyada?’
Ayna: ‘Siz de güzelsiniz Kraliçem fakat Pamuk Prenses sizden daha güzel’ demiş.
Kraliçe aynanın bu sözleri karşısında adeta çılgına dönmüş. Dünyada kimse ondan daha güzel
olamazmış. Hemen sarayın avcısını yanına çağırmış:
Kraliçe: ‘Pamuk prensesi bir ormana götüreceksin. Onu hemen orada öldüreceksin ve kalbini
de söküp bana getireceksin.’
Avcı, Kraliçe’den aldığı bu talimatlar ile Pamuk Prensesi önce ormana götürmüş, ardından
cebinden bıçağını çıkarmış. Tam Pamuk Prensesi öldüreceği sırada genç kızın ağlamasına ve
üzülmesine dayanamamış. Pamuk Prensesi öldürmeden özgür bırakmış. ‘Nasılsa bu koca
ormanda bir kurt onu öldürür’ diye düşünmüş içinden.
Avcı, Kraliçe’ye götürmek için de ormandaki bir yaban domuzunu vurup, onun kalbini
sökmüş. Kraliçeye domuzun kalbini götürmüş ve Kraliçe bu kalbi Pamuk prensesin kalbi
zannederek çok mutlu olmuş.
Pamuk prenses ise avcının elinden kurtulduktan sonra ormanda uzun bir süre sığınacak bir yer
aramış. Hava kararmasına yakın, Pamuk prenses dağların ardında şirin mi şirin bir ev bulmuş
ve evin kapısını çalmış. Sıcak bir yer bulduğu için çok mutluymuş. Fakat kapıyı çalmasına
rağmen kimse açmayınca Pamuk prenses dayanamamış ve içeri girmiş.
Evin içinde küçük mü küçük yedi tane yatak ve yedi tane sandalye varmış. Pamuk Prenses ‘bu
kadar küçük yatakta kim yatabilir ki?’ diye geçirmiş içinden. Ama o kadar yorgunmuş ki
dayanamamış ve yataklardan birine uzanmış. Uzandığı gibi de uyuyakalmış.
Gece olunca evin sahipleri olan yedi tane cüce eve gelmişler. Bu cüceler büyük bir madende
çalışan ve bu küçük evde yaşayan cüceler imiş. Cüceler, Pamuk prensesi uyurken görmüşler
ve güzelliğine adeta vurulmuşlar. Bu güzel kızın kim olduğunu sormuşlar ama daha önce hiç
bu kadar güzel bir kıza rastlamamışlar. Cücelerden biri hemen konuşmuş:
Cüce: ‘Arkadaşlar, ne kadar da güzel uyuyor baksanız ya. Bu güzel kızı rahatsız etmeyelim,
uyusun. Yarın olunca dinleriz hikâyesini.’
Diğer cüceler de arkadaşına hak vermişler.
Sabah olduğunda Pamuk prenses uyanmış ve etrafında dolanan yedi tane cüceyi görünce önce
çok korkmuş. Sonra onların çok şirin olduğunu ve onlardan zarar gelmeyeceğini anlayınca
onlarla konuşmaya ve dertleşmeye başlamış. Onlara Kraliçeden ve ona zarar vermek
istediğinden bahsetmiş. Cüceler hemen duruma el koymuş:
Cüce: ‘O zaman burada bizimle kal. Bizden sana zarar gelmez. Sen ev işlerinde yardım
edersin bize. Birlikte yaşar gideriz’ demiş.
O günden sonra pamuk prenses ve yedi cüceler mutlu mesut yaşamaya başlamışlar. Ta ki kötü
kalpli Kraliçe aynasından Pamuk prensesin yaşadığını öğrenene kadar.
Kraliçe Pamuk prensesin yaşadığını öğrendiğinde deliye dönmüş. Hemen bir plan yapmış. Bu
sefer Pamuk prensesi kendi eliyle öldürecekmiş. Kötü kalpli Kraliçe büyücü kadına bir zehir
yaptırmış. Bu zehiri elmanın içine koymuş. Kendisi de yaşlı bir kadın kılığına girmiş.
Aynadan öğrendiği cücelerin evine doğru yola koyulmuş.
Cücelerin evden çıktığı bir vakitte, eve doğru yaklaşmış. Ve bağırmaya başlamış:
Kraliçe: ‘Güzel kızım, bak senin kadar güzel elmalarım var. Al bir tane sana da vereyim’
demiş.
Pamuk prenses kadının sepetindeki elmaları görünce ağzı sulanmış. O kadar güzel
görünüyorlarmış ki. ‘Yaşlı bir kadından bana ne zarar gelebilir’ diye düşünmüş içinden.
Elmadan bir tane almış ve ısırdığı gibi olduğu yerde bayılmış kalmış.
Kötü kalpli kraliçe yaptığından çok memnunmuş. Pamuk Prenses’ten tamamen kurtulduğu
için çok sevinçli bir şekilde saraya geri dönmüş.
Akşam eve gelen cüceler, Pamuk prensesi hareketsiz bir şekilde yerde yatarken görmüşler.
Hepsi Pamuk prensesi uyandırmaya çalışmış ama nafile. O sırada ısırdığı elmayı görmüşler ve
bu elmanın zehirli olduğunu anlamışlar. Cüceler Pamuk prensesin öldüğünü düşünmüşler ve
çok ama çok üzülmüşler. Pamuk prenses o kadar güzelmiş ki ona camdan bir tabutun içine
koymuşlar. Camdan tabutu da dağın tepesinde bir ağacın dibine yerleştirmişler.
Günler geçmiş, Kraliçe her gün aynaya sormaya devam etmiş.
Kraliçe: ‘Ayna, ayna; söyle bana; var mı benden daha güzel şu dünyada?’
Ayna: ‘Vardı Kraliçem adı da Pamuk prensesti. Ama o sonsuz bir uykuya daldı. Bu sebeple
en güzel sizsiniz’ demiş.
Aradan geçen aylardan sonra, günlerden bir gün, cücelerin evinin oradan bir prens ve kafilesi
geçiyormuş. Prens o sırada manzaraya bakmak istemiş ve atı ile dağın en tepesine çıkmış. Bir
de ne görsün! Camdan bir tabutun içinde güzeller güzeli bir kız uyumuyor mu? Prens daha
gördüğü gibi âşık olmuş bu kıza. Hemen kim olduğunu, neden camdan bir tabutun içinde
uyuduğunu sormuş, öğrenmiş. Cüceleri bulmuş ve hikâyeyi anlattırmış. Pamuk prensesin
öldüğüne inanmayan Prens, günlerce onun başında beklemiş. Ama her şey nafileymiş. En
sonunda onu saraya götürmek için cücelerden izin istemiş. Cüceler de izin vermiş. Prensin
adamları tabutu kucaklamışlar ve taşımaya başlamışlar. O sırada birinin ayağı kaymış ve tabut
düşmüş. Düşmesi ile kırılıp paramparça olması da bir olmuş.
Ama o da ne! Pamuk prensesin boğazından kocaman bir parça elma fırlamış ve kenara
düşmüş. Aynı anda da Pamuk prenses gözlerini açmış ve ilk anda karşısında prensi görmüş.
Prense daha ilk görüşte âşık olan Pamuk prensesin uyanması cüceleri de prensi de çok
sevindirmiş. Prens vakit kaybetmeden Pamuk prensese evlenme teklif etmiş ve Pamuk
prenses de kabul etmiş. Hemen prensin sarayına doğru yola çıkmışlar. Cüceleri de yanına alan
prens onlara sarayda güzel işler bulmuş. Prens ayrıca Pamuk prensese kötülük eden kötü
kalpli kraliçeyi de bularak cezalandırmış.
Hiç vakit kaybetmeden büyük bir düğün organize edilmiş. Üç gün üç gece süren muhteşem
bir düğünle Pamuk prenses ve prens evlenmiş. Cüceler de onların bu mutluluğuna şahit
olmuş.
Pamuk prenses ve yakışıklı prens bir ömür mutlu bir şekilde yaşamışlar. Gökten üç elma
düşmüş, üçü de iyi kalpli insanların olmuş…