Emel’in Arkadaşlarına Sürprizi
Uzak ülkelerin birinde küçük bir köy varmış. Bu köydeki çocuklar doğru düzgün oyuncaklarla oynayamayacak kadar yoksullarmış. Çocuklar henüz çok küçük oldukları için hallerinden şikayet etmeseler bile, bu çocukların aileleri onlara iyi imkanlar sunamadıkları için çok üzülüyormuş. Bugün olmasada ileride bir gün çocukların bu yoksulluklarından şikayetçi olacaklarını biliyorlarmış.
Nitekim bu çocuklar okumak için kasabadaki okula gittiklerinde yavaş yavaş diğer çocuklarla aralarındaki farkları anlamaya başlamışlar. Diğer çocukların çok güzel çantaları, ayakkabıları, kalem ve silgileri varken köyden gelen çocukların çantaları bile yokmuş. Defter ve kitaplarını poşetlerin içinde ellerinde taşıyarak okula geliyorlarmış. Bir hafta sonu okulda gezi düzenlemiş, öğrenciler öğretmenleri eşliğinde luna parka götürülmüşler. Köyden gelen çocuklar bu geziye katılamadıkları için çok üzülmüşler, aileleri de bu duruma en az onlar kadar üzülmüşler ama yoksulluklarından dolayı ellerinden birşey gelmiyormuş.
Pazartesi günü luna parka giden çocuklar oradaki atlı karıncaları, çarpışan arabaları, dönme dolabı anlattıkça köyden gelen çocuklar imrenerek onları dinlemişler. Onların bu halini gören sınıf arkadaşları Emel çok üzülmüş ve akşam evde olanları ailesine anlatmış. ” Keşke arkadaşlarım da o luna parka gelip eğlenebilselerdi. ” diye iç geçirmiş. Kızının bu sözleri üzerine bir süre düşünen babası, eğer arkadaşlarının ailesi izin verirse arabamızla gidip onları köylerinden alırız, luna parka götürür sonra da onları evlerine geri bırakırız demiş. Bu sözleri duyan Emel o kadar çok sevinmiş ki bütün gece uyuyamamış. Ertesi gün okulda köyden gelen arkadaşlarına, babasının söylediklerini aktardığında o çocuklar da duyduklarına çok sevinmişler.
Köydeki çocukların aileleri de bu teklifi duyunca çok sevinmişler ve çocuklarına izin vermişler. Hafta sonu emel ve babası çocukları köyden alıp luna parka götürmüşler. Çocuklar burada hayatlarında ilk kez gördükleri birçok eğlenceleli oyuncaklara binip çok mutlu bir gün geçirmişler. O gece her biri çok mutlu uyumuşlar çünkü şimdi onlarında diğer arkadaşlarına anlatabilecekleri güzel ve eğlenceli bir anıları varmış. Aradan uzun yıllar geçip her biri kocaman insanlar olduklarında bile arkadaşları Emel ve babasının kendilerine yaptığı iyiliği unutmamışlar.
}
Çok eski zamanlarda iyilik perileri annesinin sözünü dinleyen uslu çocuklar için ” çocuklar diyarı ” adını verdikleri sevimli ve güzel bir yer yapmışlar. Burada çikolatadan şelaleler, şekerden ağaçlar ve çiçekler yani kısacası çocukların sevdiği her yiyecekten ve oyuncaktan varmış. İyilik perileri her gün dünyaya uğrayıp uslu ve iyi çocukları tespit ederlermiş. Sonra bu çocukları uykularında alıp çocuklar diyarına getirip bütün gece orada eğlenmelerini sağlarlarmış. Çocuklar sabah uyandıklarında gördükleri güzel rüyanın etkisiyle mutlu olurlar, uslu ve iyi bir çocuk olurlarsa çocuklar diyarına tekrar gidebileceklerine inanırlarmış.
Bir gün perilerden birisi ortaya çok güzel bir fikir atmış; ” Arkadaşlar biz sadece iyi ve uslu çocukları buraya getiriyoruz. Bence yaramaz çocukları da buraya getirmeliyiz, böylece onlarda iyi bir çocuk olurlarsa buraya tekrar gelebileceklerini düşünüp, yaramazlık yapmaktan belki vazgeçerler. ” demiş. Bu fikir tüm perilerin çok hoşuna gitmiş. Hepsi de, iyi çocuklar ödül olarak çocuklar diyarına geldikleri gibi, yaramaz çocuklar da iyi olmaya teşvik edilmek için buraya gelebilirler diye düşünmüşler. Hemen ertesi gün bu kararlarını uygulamaya koyulmuşlar. Uslu çocukların yanı sıra birkaç yaramaz çocuğu da buraya getirmek için not almışlar. Hepsi de elde edecekleri sonucu çok merak ediyorlarmış.
Gece olduğunda her biri belirlediği çocuğu alıp getirmiş. Tüm çocuklar sabaha kadar bu güzel yerde oyun oynayıp eğlenmişler. Sabah çocukların her biri gördüğü rüyanın etkisiyle mutlu olarak uyanmışlar. İyilik perileri özellikle çocuklar diyarına gidip gelen yaramaz çocukları gün boyunca, bakalım ne yapacaklar diye gözlemişler. Akşam olduğunda hepsi bir araya gelip bu konu hakkında konuşmuşlar. Yaramaz çocuklar gün boyunca söz dinleyen, uslu birer çocuk olarak davranmışlar.
Bu sonuçtan çok memnun olan iyilik perileri iyi çocuklar gibi, yaramaz çocukları da her gün bu güzel yere getirip mutlu etmişler. Çocuklar arasına uslu çocukların çok güzel bir yere gidip orada eğlendikleri kulaktan kulağa yayılmış. Bunu duyan yaramaz çocuklar da eğer uslu birer çocuk olurlarsa iyilik perilerinin kendilerini de bu güzel yere götüreceklerine inanarak daha uslu ve söz dinleyen çocuklar olmuşlar.
Çiçekler Ülkesi
Eski zamanların birinde çiçekler ülkesi olarak adlandırılan çok güzel bir ülke varmış. Bu ülkenin her yeri çiçeklerle kaplıymış. Dünyanın her yerinden insanlar sırf bu ülkeyi görmek için gelirlermiş. Ülke halkının tek geçim kaynağı da ziyarete gelen bu turistlermiş. Turistler gezi sırasında karınlarını doyurmak ve birşeyler içmek istediklerinde bunun karşılığında çok iyi paralar öderlermiş. Ülke halkı halinden memnun bir şekilde yaşayıp giderken bir gün içlerinden birisi ortaya bir fikir atmış. Ülkenin merkezindeki bir alana büyük bir otel yapmalarını önermiş. Böylece gelen turistler burada konaklarlar ve biz de otel sayesinde daha fazla para kazanırız demiş. Daha fazla para kazanma düşüncesi tüm halka cazip gelmiş ve ülkenin merkezindeki bir alandaki çiçekleri sökerek buraya bir otel yapmışlar. Otel sayesinde ülkeye gelen turist sayısı artmış, doğal olarak halkın geliri de çoğalmış. Bir süre sonra daha fazla para kazanmak için ülkeye lokanta, pastane gibi birkaç dükkan yapmaya karar vermişler. Bu kararlarını da kısa süre içerisinde uygulamaya koyulmuşlar. Bir dükkan, iki dükkan derken ülkedeki dükkan sayısı günden güne artmış. Dükkan sayısı artarken bu dükkanları yapmak için çiçekli alanlar yok edildiği için, ülkedeki çiçekler azalmış. Ülke halkının gözünü para kazanma hırsı bürüdüğü için çiçekler yok oldukça ülkelerinin sadece çirkin bir beton yığınına dönüştüğünü farkedememişler. Bu böyle sürüp giderken öyle bir an gelmiş ki ülkede hiç çiçek kalmamış. Çiçekler ülkesinin adını duyup gelen insanlar burada hiç çiçek göremeyince hayal kırıklığı içinde geri dönüyorlarmış. Bu durum sonucunda halkın geliri de günden güne azalıyormuş. Zaman içinde ülkeye hiç turist gelmez olmuş. Halkın elindeki birikim de günden güne azalıyormuş. Ne yapacaklarını kara kara düşünmüşler, bu binaları yıkıp yerlerine tekrar çiçekler dikelim böylece yine turistler gelir biz de karnımızı doyuracak kadar bir gelir elde edebiliriz diye düşünmüşler. Oteli ve tüm dükkanları tek tek yıkmışlar ve yerlerine çiçek tohumları ekmişler. Fakat tüm çabalarına rağmen toprakta bir tek çiçek bile yetişmemiş. Bu durumda her gün birer ikişer aile ülkeyi terketmeye başlamış. Her biri dünyanın farklı yerlerine dağılmışlar, yaptıkları aç gözlülüğün bedelini çiçeklerden mahrum beton yığınları arasında yaşayarak ödemişler.
Bekir’in Büyük Şehir Merakı
Küçük bir köyde oturan Bekir çocukluğundan beri büyük şehrin hayalini kurmaktadır.
Büyüdüğünde orada yaşayacağını küçük yaşlarından beri herkese söylemektedir. Henüz
küçük olduğu için annesi onun bu dediklerinin üzerinde çok fazla durmamakta ve
büyüdüğünde oğlunun bu düşüncesinden vazgeçeceğine inanmaktadır.
Fakat aradan geçen yıllar Bekir’in büyük şehre gitme isteğini köreltmek yerine daha çok
artırmıştır. Genç bir adam olan Bekir sürekli büyük şehire gitmekten, orada çalışıp çok
zengin olmaktan bahsetmektedir. Annesi oğlunun bu dediklerini yapıp, doğup büyüdüğü
köyden kopmasından çok korkuyormuş. Oğluna sürekli düşüncesinin yanlış olduğunu,
büyük şehirde yaşamanın zorluklarını anlatmaya çalışıyormuş. Fakat Bekir ne annesini
ne de diğer insanları dinlemiyormuş. İlla ki büyük şehire gitmeyi kafasına koymuş, sürekli
aklında bunu tasarlıyormuş.
Genç adam birgün annesine para biriktirdiğini ve artık büyük şehire gidip orada yaşamak
istediğini söylemiş. Annesi çok dil dökmüş, çok ağlamış fakat ne söylese fayda etmemiş.
Bekir verdiği karardan dönmüyormuş. En sonunda yaşlı kadın istemeyerek de olsa
oğlunu büyük şehire göndermiş. Oğlunun orada mutlu olamayacağını biliyormuş, sürekli
oğlu için dua ediyormuş. Bekir ilk zamanlar cebinde parası olduğu için sıkıntı çekmemiş.
Şehirde kendisine birçok arkadaş edinmiş ve iş bulup çalışmak yerine bütün zamanını
bu arkadaşlarıyla gezip eğlenerek geçirmiş. Köyde olsam bütün gün tarlada çalışıp
yorolacaktım, burada tarlada çalışmadan bütün gün gezip eğleniyorum diye
düşünüyormuş. Bu rahat yaşantı genç adama o kadar cazip gelmiş ki iş bulmayı hiç
düşünmüyormuş. Birkaç ay sonra cebindeki parası bitince Bekir gerçeklerle yüzyüze
gelmiş. Etrafındaki arkadaşları bir bir dağılmışlar ve genç adam koskoca şehirde tek
başına kalmış. İş yok, güç yok, cebinde para yok…
Sonunda köye annesini ziyarete gitmeye karar vermiş. Yaşlı kadın oğlunu görünce çok
mutlu olmuş. Genç adam 3 gün köyde kalmış bu arada tüm arkadaşlarını görmüş, onlara
büyük şehri ballandıra ballandıra anlatmış. Annesi oğluna orada ne yaptığını, çalışıp
çalışmadığını sorduğunda genç adam, çalıştığını fakat patronunun işleri yolunda
gitmediği için bu ay maaşını alamadığı yalanını söylemiş. Yaşlı kadın oğluna inanmış ve
elinde avcunda ne varsa hepsini oğluna vermiş. Bekir annesinin yaşayabileceği
zorlukları düşünmeden parayı almış ve hemen şehrin yolunu tutmuş.
Elinde kendisini birkaç ay idare edecek kadar para varmış, iş bulana kadar bu para ona
yetermiş fakat Bekir’in çalışmaya niyeti yokmuş. O kolay yoldan para kazanmak ve
sürekli gezip eğlenmek istiyormuş. Bu düşüncesini bilen arkadaşları onu kumara
alıştırmışlar. Bekir 1 hafta içinde elinde ne var ne yoksa kaybetmiş. Kazanma hırsı
gözünü öylesine karartmış ki, kumar oynayacak parayı bulabilmek için hırsızlık yapmış.
Yakalanmış ve hapse atılmış.
Bekir hapisteyken uzun uzun düşünmeye zamanı olmuş. Annesinin verdiği nasihatleri
dinlemediği ve köyünden ayrılıp şehre geldiği için çok pişman olmuş. Hapisten çıkar
çıkmaz köyüne gitmiş. Annesinin elini öpmüş ve ondan af dilemiş. Bir daha da Bekir
annesinin nasihatlerini göz ardı etmemiş.
Renklerin Kavgası
Birgün renkler kendi aralarında bir tartışmaya tutuşmuşlar. Her biri en güzel rengin kendisi olduğunu iddia ediyormuş. Sadece beyaz renk bu tartışmaya katılmıyor ve diğer renkleride yanlış yaptıkları konusunda uyarıyormuş. Fakat öfkeden gözleri dönmüş olan renklere söz anlatabilmek ne mümkün…
Bakmış ki beyaz renk, bu anlamsız tartışmanın son bulacağı yok ortaya bir fikir atmış. ” Arkadaşlar mademki birbirinizle tartışmaktan vazgeçmiyorsunuz o halde sizlere bir önerim var.” demiş. Bu söz üzerine tüm renkler tartışmayı kesip, bu öneriyi öğrenmek için tüm dikkatlerini beyaz renge yöneltmişler. Beyaz renk, her birinin şeffaf bir balona kendi rengini vermesini ve bu balonları bir çocuğa gösterip hangisini istediğini sormalarını önermiş. Çocuk hangi renk balonu seçerse o rengin en güzel renk olduğunu kabul edeceklermiş. Tüm renkler bu öneriyi memnuniyetle kabul etmişler. Her biri şeffaf bir balonu kendi rengine boyamış. Sarı, kırmızı, mavi, yeşil, turuncu, pembe, mor kısacası tüm renkten balon varmış. Renkler bu balonları çocuk parkına götürüp bırakmaya ve çocukların hangi rengi seçtiğine göre, hangisinin daha güzel olduğunu öğrenmeye karar vermişler. Balonları alıp çocuk parkının bir köşesine bırakmışlar kendileri de gizli bir köşeden olanları izlemeye başlamışlar.
Neşeyle oyun oynayan çocuklar önce balonları farketmemişler. Sonra aralarından birisi kaçan topunu almak için o tarafa gittiğinde rengarenk balonları görmüş. Çocuk heyecanlı bir şekilde; ” aaa ne güzel bir balon! ” diye bağırınca tüm çocuklar oraya koşuşmuşlar. Kısa sürede balonların etrafında bir sürü çocuk birikmiş. Çocuklar balonları aralarında paylaşmaya karar vermişler. Her renge bir çocuk denk geliyormuş ve balonlar merakla çocuklar en çok hangi renk balonu almak isteyecekler diye bekliyorlarmış. Renkler bir de bakmışlar ki her çocuk farklı bir balona yöneliyor. Kimi neşe içinde sarı balonu, kimi kırmızıyı, kimi maviyi alıp gidiyormuş. Sonuçta ortada ne bir tek balon ne de elinde balon bulunmayan tek bir çocuk kalmamış.
Bunun üzerine beyaz renk diğer renklere dönüp; ” gördüğünüz gibi günlerdir boş yere tartışıyorsunuz. Hepinizde güzelsiniz, her birinizin seveni var.” dediğinde, renkler boşyere tartıştıklarını anlayıp birbirlerinden özür dilemişler ve gökyüzünde güzel bir gökkuşağı oluşturmak için el ele tutuşmuşlar.
Yasemin PAKLACI}
Pamuk Nine
Köyün en yaşlılarından olan pamuk nine çocukları çok severdi. Asıl adı Kezban olan yaşlı kadına bembeyaz saçları ve güler yüzü nedeniyle çocuklar tarafından bu isim verilmişti. Kendisi hiç evlenmediği için çocuğu torunu da yoktu. Bu yüzden tüm sevgisini köyün çocuklarına vermişti. Şu an olgun yaşta olanların hemen hemen hepsi pamuk ninenin anlattığı masallarla büyümüşlerdi.
Güzel bir bahar öğleden sonrasında pamuk nine köyün çocuklarıyla birlikte bir ağacın altına oturmuş onlara masal anlatıyordu. Bu sırada köy muhtarının oğlu Osman tarlada çalışan abisine yemek götürmek için yoldan geçiyordu. Osman yaramaz bir çocuktu, yaptıklarıyla tüm köyü illallah ettirmişti. Pamuk nineyi ve çocukları gördüğünde aklına onları korkutmak geldi. Yolun kenarından aldığı bir taşı onların bulunduğu tarafa doğru fırlattı. Osman’ın attığı taş pamuk ninenin başına isabet etmişti ve yaşlı kadının başı kanıyordu. Osman kendisini gören biri olmasın diye hemen oradan kaçtığı için pamuk ninenin yaralandığını farketmemişti.
Pamuk nineyi köyün sağlık ocağına götürdüler, orada başına dikiş atıldıktan sonra dinlenmesi için evine gönderdiler. Bu arada tüm köylü merak içindeydi, kimseye zararı olmayan bu yaşlı kadına kim neden böyle bir şey yapmıştı. Köyün muhtarı da akşam sofrada bu olayı anlattı ve köyde yaşayan hiç kimseden böyle bir kötülük beklemediğini de söyledi. Pamuk ninenin yaralandığını duyan Osman bu duruma çok üzüldü ve ağlamaya başladı. Ailesi önce onun neden ağladığını anlayamadı fakat Osman onlara her şeyi bir bir anlattı. Muhtar bu duyduklarına inanamadı. ” Oğlum sen köyde herkesin çok sevdiği pamuk nineye böyle bir kötülüğü nasıl yaparsın! ” diye bağırdı. Osman ürkek bir şekilde amacının hiç kimseye zarar vermek olmadığını, sadece şaka yapmak istediğini anlattı. Babası onu bahçeye çıkarttı ve orada onunla uzun uzun konuştu. İnsanlara böyle tehlikeli şakalar yapmanın çok kötü sonuçlara neden olabileceğini, yapılan bir şakanın insanların canlarını yakmak yerine onları güldürmesi ve kimseye zarar vermemesi gerektiğini anlattı.
Babasının bu konuşması üzerine Osman yaptığı hatayı anlayarak çok pişman oldu. Ertesi sabah daha kahvaltı bile yapmadan koşa koşa pamuk ninenin evine gitti. Yaşlı kadın başı sargılı bir şekilde yatıyordu. Osman hemen yaşlı kadının yanına gidip elini öptü. Babasına anlattığı gibi onada amacının sadece şaka yapmak olduğunu, kimseye kötülük yapmak istemediğini anlattı ve özür diledi. Bu sözler üzerine pamuk nine Osman’ın göz yaşlarını sildi ve onu yanağından öperek affettiğini söyledi.
Osman her ne kadar kötü bir şey yapmış olsa da hatasını anlamış ve özrünü dilemişti. Pamuk nine de onu affetmişti. Hemen koşa koşa evine gitti ve tüm olanları anne babasına anlattı. Onlara bir daha kimseye böyle kötü bir şaka yapmayacağına söz verdi ve o günden sonra yaramazlığı bırakıp, herkesin yardımına koşan iyi bir çocuk oldu.d.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);
Fulya’nın Şeker Tutkusu
Fulya, şeker yemeyi çok seviyormuş. Birgün annesinden şeker almak için para istediğinde annesi para olmadığını söylemiş ve yarın ona 2 tane şeker almaya söz vermiş. Fulya tamam anneciğim diyerek sokağa arkadaşları ile oynamaya gitmiş. Aradan biraz zaman geçmiş Fulya şeker yeme isteğini bastıramamış ve bakkala doğru gitmeye başlamış.
Canı çok şeker istediği için aklına gidip gizlice bakkaldan şeker almak ve ertesi gün annesinin ona alacağı 2 şekerden birisini aldığının yerine koymak gelmiş. Henüz 5 yaşında küçük bir kız olduğu için bu yaptığının yanlış olacağını düşünememiş. Bakkalın önünde beklemeye başlamış, bir süre bekledikten sonra içeriye giren bir müşteriyle beraber o da girmiş. Bakkal o müşteriyle ilgilenirken Fulya’da gizlice şekeri cebine almış ve sessizce dükkandan çıkıp gitmiş. Annesi görmesin diye sokağın köşesinde şekeri yemiş ve evine gitmiş. Bütün akşam çok durgunmuş, o şekeri gizlice aldığı için huzursuzluk duyuyormuş. Ama artık olan olmuş, annesine söylese kendisine çok kırılacağı için söylememiş. Küçük kız bütün gece rüyasında hep kendisini bakkaldan şeker alıp cebine saklarken görmüş. Sabah kalkar kalkmaz ilk işi annesinin yanına gitmek olmuş. Annesi mutfakta kahvaltı hazırlıyormuş. Fulya ona günaydın anneciğim dediğinde dönüp kızının yüzüne bakmış ve o zaman onda bir gariplik olduğunu hissetmiş. Kızına neyi olduğunu sormuş, küçük kız bir şeyi olmadığını dün kendisine 2 şeker alacağını söylediğini hatırlatmış. Annesi; ” tamam kızım daha sonra sana 2 şeker parası vereceğim ama şimdi hadi kahvaltıya. ” demiş.
Fulya kahvaltı boyunca çok huzursuzmuş, çok sevdiği yumurtayı bile yememiş. Sadece bir dilim ekmek ve biraz peynir yiyerek kahvaltısını tamamlamış. Annesi kahvaltı masasını toplarken tekrar yanına gitmiş ve şeker almak için para istemiş. Annesi de hafif bir tebessüm ederek kızına parayı vermiş. Fulya koşa koşa bakkala girmiş, parayı vermiş ve bir tane şeker almış. Tam kapıdan çıkacağı sırada bakkal arkasından seslenmiş, burada 2 şeker parası olduğunu ama kendisinin bir tane şeker aldığını söyleyerek paranın üstünü ona uzatmış. Fulya ona dün gizlice bir tane şeker aldığını ve bugün verdiği fazla paranın da o şekerin borcu olduğunu söylemiş.
Bunun üzerine bakkal onu yanına çağırmış ve dün kendisinin haberi olmadan dükkandan şeker almasının yanlış bir davranış olduğunu, para vermeden gizlice bir yerden bir şey almanın hırsızlık olduğunu güzel bir şekilde anlatmış. Fulya bu duyduklarından sonra çok üzülmüş, mahçup bir şekilde; ” ben şimdi hırsız mı oldum? ” diye sormuş. Bakkal ona tebessüm ederek sen bu yaptığının yanlış olduğunu bilmiyordun, üstelik bugün de aldığını yerine koyduğun için hırsız olmadın. Ama artık böyle bir şeyin hırsızlık olduğunu biliyorsun, bir daha aynı şeyi yaparsan o zaman hırsızlık yapmış olursun demiş. Küçük kızın yanağını sevgiyle okşamış.
Fulya o günden sonra hiçbir yerden hiçbir şeyi izinsiz olarak almamış. Çünkü gizlice birşey almanın hırsızlık olduğunu ve hırsızlığında kötü bir şey olduğunu öğrenmiş.} else {
Zehranın Banyo Korkusu
Zehra banyo yapmayı pek sevmezmiş, her banyo zamanı bir bahane bulup annesini zorlarmış. Zehra’nın bu davranışı annesini öylesine kızdırmış ki ona küçük bir ders vermeyi düşünmüş. Her gece kızına güzel bir masal okuyan annesi o gece biraz değişik bir masal okumuş:
” Eski zamanların birinde Cemile isminde küçük bir kız varmış. Bu Cemile banyo yapmayı hiç sevmezmiş. Bu yüzden zaman içinde saçları yağdan kirden dolayı bitlenmiş. Annesi ne yaptıysa saçlarını bitlerden temizleyemediği için mecburen kızının saçlarını çok kısa olarak kestirmiş. Cemile’nin okula erkek saçı gibi çok kısa saçlarla geldiğini gören arkadaşları onunla dalga geçmişler. Üstelik saçları tekrar uzayana kadar da bu alaylar sürekli devam etmiş. Cemile bu süre içerisinde saçları çabuk uzasın diye her gün yıkanmış. Bir daha aynı kötü durumu yaşamamak için de bir daha banyo yapmaktan hiç kaçmamış. ”
Masal bittiğinde Zehra kendisinin de o gün banyo yapmaktan kaçmış olduğunu anımsamış ve: ” ya ben de Cemile gibi bitlenirsem, benim de saçlarım kısacık kesilir de herkes bana gülerse ” diye korkmaya başlamış. Hemen annesine banyo yapmak istediğini söylemiş, annesi yarın yaparsın kızım şimdi uyu dediğinde annesinin boynuna sarılarak banyo yapmak için ısrar etmiş. Annesi de kızının daha fazla üzülmemesi için onu banyoya götürmüş. Zehra güzelce banyosunu yapmış ve o gece rüyasında Cemile’yi görmüş. Cemile de tıpkı kendisi gibi tertemiz banyosunu yapmış, mışıl mışıl uyuyormuş.
O günden sonra Zehra her gün hiç itiraz etmeden banyosunu yapmış. Annesi de çocuklara iyiyi güzeli anlatmanın en etkili yolunun masallar olduğunu anlamış.
Çilli, Beyaz ve Süslü
Küçük bir evin bahçesindeki kümeste çok iyi anlaşan çilli, beyaz ve süslü adında 3 tane tavuk varmış. Bu tavuklar birbirleriyle çok iyi anlaşır ve her zaman beraber dolaşırlarmış. Aynı dönemlerde kuluçkaya yatıp yavrularını da birlikte büyütürlermiş. Kümeste tam bir mutluluk ve huzur hakimmiş, tüm hayvanlar hallerinden memnunmuş.
Bu tavuklar her gün yumurta verirler, kümesin sahibi de bu yumurtaları biriktirip haftada bir köyün bakkalına götürür, o yumurtaların karşılığında evinin ihtiyacı olan yiyecekleri alırmış. Bir gün her zamanki gibi yine bahçede gezinirlerken beyaz ve süslü çillinin çok düşünceli olduğunu görüp, ona neden böyle düşünceli olduğunu sormuşlar. Çilli de arkadaşlarına bir haftadır yumurtlamadığı için sahiplerinin onu satmasından ya da kesmesinden korktuğunu söylemiş. Arkadaşları çilli tavuğu kuruntu yaptığına dair uyarsalar da birkaç gün sonra kümesin sahibinin eşiyle yaptığı konuşmayı duymuşlar. Adam eşine 1 haftadır çilli tavuğun yumurtlamadığını böyle devam ederse onu satacağını ve yerine başka bir tavuk alacağını söylüyormuş. 3 tavuk o an çok korkmuşlar ve bu konuda ne yapabileceklerini düşünmeye başlamışlar.
Sonunda süslü tavuğun aklına bir fikir gelmiş. ” Madem ki çilli yumurtlayamıyor her gün içimizden birinin yumurtasını onun altına koyarız. Böylece sahibimiz de onu satmaktan vazgeçer.” demiş. Bu fikri mantıklı bulan çilli ve beyaz da öneriyi kabul etmişler. Hemen ertesi günden itibaren kararlarını uygulamaya koyulmuşlar. Bir gün süslünün diğer gün beyazın yumurtasını çilli tavuk yumurtlamış gibi onun altına koymuşlar. Kümesin sahibi bakmış ki diğer tavuklar birer gün arayla yumurtlarken çilli tavuk her gün yumurtluyor, onu satmaktan vazgeçmiş.
Bu 3 tavuk dostlukları ve gösterdikleri dayanışma sonucunda hayatlarının geri kalanını da hep bir arada ve mutluluk içinde geçirmişler.
Yasemin PAKLACI}
Mert 7 yaşında küçük bir çocuktur. Her zaman akıllı ve söz dinleyen bir çocuk olmasına rağmen bir tek konuda annesi onun için üzülmektedir. Mert sebze yemeyi sevmiyordur. Annesi tüm çabalarına rağmen küçük çocuğu bu konuda ikna etmeyi başaramamıştır. En sonunda bu konuyu Mert’in öğretmeni ile konuşmaya karar verir.
Öğretmen Funda hanım Mert’ in annesini dinledikten sonra sadece Mert’le değil sınıfındaki tüm öğrencileriyle bu konuyu konuşmaya karar verir. O gün derste tahtaya 2 tane çocuk resmi çizer. Birisi gayet sağlıklı ve neşeli bir çocukken, diğeri çelimsiz ve mutsuz bir çocuktur. Öğretmen tüm çocuklara tek tek hangi çocuk gibi olmak istediklerini sorar. Hepsi de sağlıklı ve neşeli çocuk gibi olmak istediklerini söylerler. Bu sefer Funda hanım sağlıklı çocuğun resminin altına tüm meyve ve sebzelerden birer tane çizer ve onların anlayabilecekleri bir şekilde konuyu anlatmaya çalışır. ” Sağlıklı bir çocuk olabilmek için tüm meyve ve sebzelerden yemek gerekir. Sadece meyve yiyip sebze yemezseniz vücudunuz vitaminsiz kalır ve büyüyemezsiniz. Çok çabuk hastalanırsınız, aynı şekilde meyve yemeyip sebze yerseniz de aynı durum olur. Büyüyebilmek ve sağlıklı olabilmek için meyve ve sebze yemeniz gerekir. Aranızda meyve ya da sebze yemeyen var mı? ” diye sorar. Tüm sınıf hep bir ağızdan; ” yok öğretmenim! ” cevabını verirken yalnızca Mert bu soruya cevap vermez. Durumu bilen öğretmeni ona bu konuda hiçbir şey söylemez.
Ertesi gün Mert’in annesi öğretmenini arar ve çok teşekkür eder. Öğretmenin o anlattıklarından sonra Mert eve gider gitmez dolapta bulduğu sebzelerden alıp, annesine bunlardan yemek istediğini söylemiştir. Annesi oğlunun bu isteğine hem şaşırmış hem de çok sevinmiştir. Hemen oğluna güzel bir sebze tabağı hazırlayarak onun iştahla sebzeleri yemesini izlerken Mert ona sağlıklı bir çocuk olmak için artık her zaman meyve ve sebze yiyeceğini söylemiş ve bu konuda söz vermiştir. Mert’in annesinin anlattıklarını dinleyen Funda öğretmende bu duyduklarına çok sevinmiştir.
Mert o günden sonra öğretmeninin anlattıklarını hayatı boyunca unutmamıştır. Yıllar sonra kendisi de bir öğretmen olduğunda tıpkı Funda öğretmenin yaptığı gibi o da öğrencilerine meyve ve sebze yemenin faydalarını anlatmış ve öğrencilerine hep o bilinci aşılamış.