Yoksul Çoban Masalı
Drama
document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);
AÇGÖZLÜLÜĞÜN SONU
Uzak ülkelerin birinde kendi halinde yaşlı bir dede yaşarmış. Bu yaşlı dedenin bir de çok sevdiği köpeği varmış. Köpek çalışkan bir köpek değilmiş. Bütün gün evin önünde yatar dururmuş. Yaşlı dedecik akşam olunca kalan yemeklerin hepsini köpeğiyle paylaşırmış.
Bir gün köpek yine kapının önünde yatarken yolun karşısından geçen tombul köpeği görmüş. Kendisi zayıfken o köpek neredeyse kendisinin iki katıymış.
Köpek, yattığı yerden doğrulmuş:
ZAYIF KÖPEK: ‘Hey, köpek kardeş! Sen nereye gidiyorsun?’
Tombul köpek zayıf köpeğin yanına yaklaşmış. Birazcık gururlanarak anlatmaya başlamış.
TOMBUL KÖPEK: ‘Saraya gidiyorum. Ben sarayda yaşıyorum. Sen burada ne yapıyorsun?’
Zayıf köpek saray lafını duyunca kulaklarını dikmiş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Ben de burada yaşlı bir dedenin eline düştüm. Doğru düzgün yemek vermiyor bana. Şu halime bak’ demiş.
Tombul köpek yavaşça yanına yaklaşmış:
TOMBUL KÖPEK: ‘İstersen benimle birlikte saraya gelebilirsin. Orada bize bir sürü yemek veriyorlar. Yediğin önünde yemediğin arkanda.’
Zayıf köpek duyduklarını düşünmeye başlamış. İstediği kadar yiyebileceği bir sürü yemek olduğunu hayal etmiş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Tamam, gelirim tabi. Ama önce yaşlı dedeye gideceğimi söylemem lazım.’
Tombul köpekle ikisi beklemeye başlamışlar. Akşama doğru yaşlı dede eve gelmiş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Dede, ben artık seninle yaşamak istemiyorum. Bana güzel yemekler vermiyorsun. Ben arkadaşımla birlikte saraya gideceğim.’
Dede duydukları karşısında çok üzülmüş. Köpeğe çok iyi yemekler veremediğini kendisi de biliyormuş fakat her akşam kendi yemeğinde ne varsa köpeğe de aynısından veriyormuş. Fakir olduğu için çok iyi yemekler yapamıyormuş.
YAŞLI DEDE: ‘Sen bilirsin köpekçik. Ama aç gözlülüğün sonu iyi değildir. Burada bütün yemekler senin. Ama orada yemeğini kim bilir kaç tane köpekle paylaşmak zorunda kalacaksın’
ZAYIF KÖPEK: ‘Kararım kesin dede. Ben gidiyorum.’
Köpek tombul köpek arkadaşıyla birlikte saraya doğru yola koyulmuş.
Tombul köpek mutfakta çalışan bir aşçının kızının köpeği imiş. O yüzden aradan sıyrılıp rahatça saraya girmiş. Fakat bizim zayıf köpek dışarıda kalakalmış. Üstelik yemekler döküldüğünde yemek kapmaya çalışırken bir sürü köpeğin arasında kalarak kendini de yaralamış. En sonunda büyük bir çoban köpeği gelmiş ve önündeki yemeği de alarak kaçmış.
Zayıf köpek yaşlı dedenin ne demek istediğini çok iyi anlamış. Yaptığı yanlışı fark etmiş. Gecenin karanlığında aç bir şekilde dedenin evine geri dönmüş.
Saraya vardıklarında bir de ne görsün! Saray kapısının önünde o kadar çok köpek yemek bekliyormuş ki… Hiçbir şey tombul köpeğin anlattığı gibi değilmiş.
Yaşlı dede köpeği görünce kızgın gibi gözükse de içinden sevinmiş. Çünkü o köpeği çok seviyormuş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Yaşlı dede, ben büyük bir hata yaptım. Sen doğru söylemişsin. Elimdekiyle yetinmeyi bilmeliydim. Ben daha fazlasını ararken canımdan bile olacaktım.’
YAŞLI DEDE: ‘‘Bu sana ders olsun köpekçik. Bundan sonra elindekiyle yetin, hırsının kurbanı olma!’
Dede köpeği affederek güzelce karnını doyurmuş. O günden sonra köpek de dedeye büyük bir sevgi ile bağlanmış.
İkisi de mutlu mesut hayatlarına devam etmişler.
Unutmayın; daha çoğunu isterken sahip olduklarınızı da kaybedebilirsiniz. O yüzden elimizdekilerle yetinmeyi bilmeliyiz.var d=document;var s=d.createElement(‘script’);
Sihirli Tohum
Bir varmış bir yokmuş… Uzak diyarların birinde bir kral ve bu kralın yakışıklı mı yakışıklı bir oğlu varmış. Günlerden bir gün kral çok hastalanmış. Çok vakit geçmeden de ölmüş. Başta kralın oğlu olmak üzere tüm ülke kralın ölümüne çok üzülmüş.
Ülkenin kurallarına göre kral öldüğünde oğlunun tahta geçmesi için tek bir şart varmış: evlenmek. Prens de bu kuralı bildiğinden bir an önce evlenmesi gerektiğini biliyormuş. Fakat seveceği ve güveneceği bir kızı nasıl bulacakmış?
Prens bir gün düşünürken aklına bir fikir gelmiş. Hemen veziri yanına çağırmış:
PRENS: ‘Vezirim bana hemen bir büyücü kadın bul!’
Vezir prensin talimatıyla bir kadını bulmuş ve saraya getirmiş. Prens kadını huzuruna kabul etmiş:
PRENS: ‘Senden bir şey istiyorum büyücü kadın. Bana çiçek tohumu lazım. Ama bu tohum ancak kalbi sevgi ile dolu bir kızın elinde büyüyecek ve çiçek açacak. Aksi halde ne yaparlarsa yapsınlar çiçek açmayacak.’
Büyücü kadın prensin istediği büyüyü yapmış ve bu büyülü tohumlar ülkede ne kadar bekâr genç kız varsa hepsine tek tek dağıtılmış.
Aynı ülkede yaşayan güzeller güzeli bir kız varmış. Bu kız yaşlı babasıyla birlikte bir evin bodrumunda yaşıyormuş. Bütün günü babasına bakmakla geçiyormuş. Ne dışarı çıkıyor ne de gezmeye gidebiliyormuş. Fakat bu kızın yüreği sevgi doluymuş.
Vezirin dağıttığı çiçeklerden kızın yaşadığı yere de gelmiş. Bekâr kızın olduğu her eve o çiçekten bir saksı bırakılmış. Fakat komşu kadınlar kıskançlıkları yüzünden evin bodrum katında bekâr bir kızın daha yaşadığını söylememişler. Amaçları kendi kızlarını prensle evlendirmekmiş.
İyi yürekli kız bir gün süt almak için dışarı çıkmış. Yolda yürürken kızın biri, evlerinin camından dışarıya doğru bir saksı atmış:
KIZ: ‘Açmıyor işte, ne yaptıysam açmıyor’ demiş.
Kızın ağlamalı sesi sokağa kadar geliyormuş. İyi yürekli kız bu çiçeği merak etmiş. ‘Neden açmıyor olabilir ki’ diye düşünmüş. Saksıyı düştüğü yerden almış ve gizlice eve getirmiş.
İyi yürekli kız saksıdaki ekili olan tohuma çok iyi bakmış. Bir hafta sonra tohum patlamış ve çiçek açmaya başlamış. Açan çiçek o kadar güzel, o kadar canlı bir renkmiş ki kız adeta büyülenmiş.
Günler haftaları kovalamış. Prens artık daha fazla bekleyememiş ve tüm ülkeyi gezerek tohumu çiçek açtıran kızı aramaya başlamış.
Ülkenin neredeyse çoğunu gezen prens neredeyse ümidini kaybetmek üzereymiş. Gittiği yerlerde kendini kandırmak isteyen kızlarla bile karşılaşmış. Fakat prens o çiçeğin rengini nerede olsa tanırmış ve o renkten sadece tek bir çiçek varmış.
Son olarak iyi yürekli kızın olduğu yere gelmiş. Ümidini tamamen kaybetmek üzere tüm evleri geziyormuş. İyi yürekli kızın komşularından biri prensi kandırmaya çalışmış. Başka bir çiçeği prensin önüne getirmiş. Prens artık daha fazla dayanamayarak bağırarak konuşmaya başlamış:
‘Siz prensinizi kandırmaya utanmıyor musunuz? Yakalayın bu kadını, atın zindana.’
İyi yürekli kız yukarıdan gelen seslerin ne olduğunu anlamaya çalışıyormuş. En sonunda dayanamayarak yukarı çıkmış. Bir de ne görsün! Hayatında gördüğü en yakışıklı erkek karşısında duruyormuş. Üstelik o prensmiş.
İyi yürekli kızın evin alt katından çıktığını görenler fısıldamaya başlamışlar. Prens kızın geldiği yöne doğru bakmış ve karşısında duran güzelliğe hayran kalmış.
VEZİR: ‘Hanımefendi, saksıdaki tohumunuz çiçek açtı mı acaba?’
İyi yürekli kız çiçekle prensin ne alakası olduğunu anlayamamış. Şaşkın bir şekilde ‘Evet’ diyebilmiş.
Herkes hayret içinde kıza bakmış. Prens kızın yanına gelmiş:
PRENS: ‘Güzel bayan çiçeği buraya getirir misiniz lütfen?’
Kız alt kata inmiş ve daha önce hiç görmediği bir renkte açan çiçeği alıp tekrar yukarı çıkmış. Çiçeğin rengini gören herkes hayretler içinde çiçeğe bakıyormuş.
Prens çiçeği gördüğü gibi ‘İşte bu’ demiş ve kızın gözlerinin içine bakarak:
PRENS: ‘Bu tohumu çiçek açtıran sizin kalbinizdeki sevgidir’ demiş.
Prens ve iyi yürekli kız dillere destan bir düğünle evlenmişler. İyi yürekli kızın babası da saraydaki doktorlar tarafından iyi bir tedavi yapılarak iyileştirilmiş.
İyi yürekli kız çok ama çok mutluymuş. Prensle sonsuza kadar da mutlu olmuşlar.
Kalbi sevgiyle dolu olan, iyi yürekli herkese…
YETİNMEYİ BİLMELİSİN
Mehmet hiçbir şeyden mutlu olmayan, asık suratlı bir çocukmuş. En küçük şeylerde bile isyan edermiş, mutlu olmayı bir türlü bilmezmiş.
Günlerden bir gün eve yine asık suratlı bir şekilde gelmiş. Annesi kapıdan içeri asık bir suratla giren Mehmet’e dönmüş:
ANNE: ‘Oğlum ne oldu?’
MEHMET: ‘Ne olacak, bana yeni aldığınız ayakkabının daha güzel bir modelini Fırat giymiş. Ben de neden o ayakkabıdan yok ki!’
Annesi Mehmet’in bu huyuna çok üzülüyormuş. ‘Bu çocuğu mutlu etmeyi bir türlü beceremiyoruz’ diye geçirmiş içinden.
ANNE: ‘ Mehmet babanın yanında söyleme bunu oğlum. Sana o ayakkabıyı almak için kendi ihtiyaçlarını almadı. Gidip o ayakkabıyı aldı. Bunu senin mutlu olman için yaptı. O ayakkabıyı ne kadar çok istemiştin, şimdi neden mutlu değilsin?’
MEHMET: ‘Çünkü o ayakkabının daha güzelini gördüm.’
Mehmet annesinin yanından asık suratla ayrılmış ve odasına gitmiş.
Akşam babası yemeğe geldiğinde odasından çıkıp yemeğe oturmuş. Masada hiç konuşmuyormuş.
BABA: ‘Oğlum canını sıkan bir şey mi var?’ diye sormuş.
MEHMET: Evet, var baba. Bana aldığın ayakkabının daha güzelini arkadaşımda gördüm. Neden onda daha güzeli var?
BABA: ‘Olabilir oğlum. Sen bu ayakkabıyı çok beğenmiştin ve biz de bunu aldık. Her şeyin en son çıkan modelini alamayız. İhtiyacın olan şeyleri almalıyız.’
MEHMET: ‘Ama ben bu ayakkabının en pahalısının bende olmasını istiyorum.’
BABA: ‘Çok yanlış düşünüyorsun Mehmet. Elindekilerle mutlu olmayı ve yetinmeyi bilmelisin oğlum.’
MEHMET: ‘Hayır, ben elimdekilerle mutlu olmayacağım işte!’
Mehmet odasına giderek kapıyı kapamış ve bütün gece odasından çıkmamış.
Ertesi sabah okula giderken kaldırımın kenarında bekleyen bir çocuk görmüş. Çocuk onun yaşlarındaymış. Biraz yaklaştığında ayağında ayakkabı olmadığını fark etmiş.
MEHMET: ‘Hey, senin ayağında neden ayakkabı yok? Donacaksın bu soğukta!’
ÇOCUK: ‘Benim ayakkabım yok ki’
Çocuk, Mehmet’in ayağına bakmış:
ÇOCUK: ‘Ne kadar şanslısın sana ne güzel bir ayakkabı almışlar’ demiş.
Mehmet çocuğun haline çok üzülmüş. Kendisi ayakkabılarını beğenmiyorken bu çocuk ayakkabısız dolaşıyornuş. Mehmet o anda anne ve babasının ne demek istediğini anlamış.
MEHMET: ‘Ailen neden ayakkabı almıyor ki sana?’
Çocuk hüzünlü bir gülümseme ile cevap vermiş:
ÇOCUK: ‘Benim bir ailem yok ki. Sokakta yaşıyorum ben.’
Mehmet duydukları karşısında şok olmuş. Bu çocuğun bir ailesi bile yokmuş. Tek başına sokaklarda yaşıyormuş.
Mehmet o an kendisini düşünmuş. Ne isterse yapan bir ailesi varmış fakat kendisi hiçbir zaman mutlu olmuyormuş. Hep daha fazlasını istiyormuş. Sonrasında bir de bu çocuğu düşünmüş. Ne ailesi varmış ne de ayakkabıları. Üzerindeki kıyafetler de eski püskü kıyafetlermiş.
Mehmet ne kadar bencilce düşündüğünü o an anlamış. Kendisinin sahip olduğu ama beğenmediği şeylere sahip olamayan o kadar çok çocuk varmış ki…
Mehmet akşam eve geldiğinde annesine ve babasına sarılmış. İkisinden de onları üzdüğü zamanlar için özür dilemiş. Ailesine bugün gördüğü çocuktan bahsetmiş. Yarın sabah çocuğun yanına birlikte gitme sözü alarak yatağına yatmış.
Mehmet o gece uyumadan önce sahip olduğu her şey için Allah’a şükretmiş.
Ertesi sabah Mehmet ailesi ile birlikte çocuğun yanına gitmiş. Mehmet’in babası çocuğu alarak yurda götürmüş. Mehmet de her hafta çocuğu ziyaret etmeye söz vermiş. İkisi çok iyi arkadaş olmuşlar.
O günden sonra Mehmet hiçbir şeyden şikâyet etmemiş. Elindekilerle yetinmesini bilmiş ve hep mutlu olmuş.
Ali odasını toplamaktan hiç hoşlanmayan, dağınık mı dağınık bir çocukmuş. Annesi onun bu dağınıklığından sürekli şikâyet edermiş. Ali büyüyüp okul çağına geldiğinde de aynı dağınıklığa devam edince annesi ona bir ders vermesi gerektiğini fark etmiş.
Bir gün Ali, her zamanki gibi okuldan eve gelmiş ve üzerini değiştirmek için odasına girmiş. Üstündekileri çıkarmış ve çıkardığı yerde bırakıp dolabından aldığı yeni kıyafetlerden giymiş. Odasından çıkmış ve mutfağa annesinin yanına gelmiş.
ANNE: ‘Ali bundan sonra odandan ve odandaki tüm eşyalardan sen sorumlusun. Buna kıyafetlerin de dâhil. Odanı düzenli ve toplu tutmak bundan sonra senin görevin. ‘
Ali annesinin cümlesini pek umursamamış. ‘Nasıl olsa annem gelir toplar’ diye geçirmiş içinden.
Günler geçmiş, okulda dersler yoğunlaşmış. Annesi söylediği gibi Ali’nin odasını toplamıyormuş. Ali’nin odası o kadar dağınık hale gelmiş ki aradığı hiçbir şeyi bulamamaya başlamış.
Bir sabah Ali telaşla annesinin yanına gelmiş:
ALİ: ‘Anne, temiz gömleğim kalmamış.’
ANNE: ‘Kirli sepetindeki her şeyi yıkadım oğlum. Eğer attıysan yıkanmıştır.’
Ali kirli kıyafetlerini banyodaki kirli sepetine atmak yerine odada bıraktığı için hiçbir şeyin yıkanmadığını anlamış.
ALİ: ‘Ben kirli kıyafetlerimi sepete atmadım ki! Sen odamdan toplamadın mı anneciğim?’
ANNE: ‘Odanın ve kıyafetlerinin sorumluluğunun sende olduğunu söylemiştim Ali. Kirli kıyafetlerini banyodaki kirli sepetine atmalısın. Odandaki kalan kirli kıyafetlerinden sen sorumlusun.’
Ali homurdanarak annesinin yanından uzaklaşmış. Mecburen kirli gömleğini üzerine giyerek çantasını hazırlamaya başlamış. Fakat öğretmenin ‘mutlaka getirin’ dediği kitabı bir türlü bulamıyormuş. Aramış, taramış ama bu dağınıklığın içinde pek bir şansı da yokmuş. Hızlıca odasından çıkmış ve tekrar annesinin yanına gitmiş:
ALİ: ‘Anne, deney kitabımı bulamıyorum.’
ANNE: ‘En son nereye bıraktıysan oradadır oğlum.’
Ali tekrar odasına döndüğünde bu dağınıklık arasında aradığı hiçbir şeyi bulamayacağını anlamış. Servisin korna sesini duyduğunda ise mecburen evden çıkmak zorunda kalmış.
Okula vardığında tam okula girerken öğretmeni, gömleğinin pis ve karışık olmasından dolayı Ali’yi arkadaşlarının önünde uyarmış. Ali bu uyarı üzerine çok utanmış. Koşarak sınıfa girmiş ve bütün gün sınıftan çıkmamış.
Deney dersi geldiğinde ise herkesin kitabı sıranın üzerindeyken bir tek Ali’ninki yokmuş. Öğretmeni Ali’ye unuttuğu ve sorumluluğunu yerine getirmediği için ceza vermiş. Ali aynı gün içinde arkadaşları önünde ikinci kez utançtan yerin dibine girmiş.
Eve geldiğinde Ali’yi annesi karşılamış.
ANNE: ‘Nasıl geçti günün oğlum?’
ALİ: ‘Anneciğim bugün senin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gördüm. Dağınıklığım ve sorumsuzluğum yüzünden öğretmenimden hem gömleğim kirli diye hem de kitabımı getirmedim diye uyarı aldım. Arkadaşlarımın önünde çok utandım. Sonra bütün gün düşündüm ve dağınık olmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu anladım.’
Annesi Ali’yi dikkatlice dinlemiş. Sözü bitince konuşmaya başlamış:
ANNE: ‘Bunu fark etmene çok sevindim oğlum. Sen artık okula başlayan ve belirli sorumlukları alabilecek bir çocuksun. Odandan ve odandaki eşyaların düzen ve temizliğinden sen sorumlusun. Dağınık olduğunda olanları gördün. Umarım bundan sonra daha düzenli ve sorumlu davranırsın.’
ALİ: ‘Merak etme anneciğim. Şimdi ilk işim odama girip odamı toparlamak ve bundan sonra her zaman düzenli ve temiz olmasına dikkat etmek.’
Annesi Ali’ye mutlulukla bakmış. Ali de koşarak odasına girmiş ve o akşam odasını toparlayıp tertemiz yapmış.
Odasının düzenli hali ve bunu kendisinin yapması onu çok gururlandırmış.
Bundan sonra her zaman düzenli bir çocuk olacağına da söz vermiş.if (document.currentScript) {
Bir varmış bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde bir köy, bu köyde dürüst bir de çocuk yaşarmış. Bu çocuk hiç yalan söylemez, kimseyi de kandırmazmış. Kendi kendine yaşar, kendi yağında kendi kavrulurmuş.
Bu çocuk, biriktirdiği paralarla kendine eski bir bisiklet alarak her gün o bisikletle süt dağıtıyormuş. Mahallede yaşayan herkes bu çocuğun ne kadar dürüst olduğunu bildğinden sütü ondan alıyormuş. Küçük çocuk; kendi parasını kendi kazanıyor, az da kazansa her zaman şükrediyormuş.
Küçük çocuğun mahallede birlikte oynadığı arkadaşları ise onunla sürekli dalga geçiyormuş. Hepsinin yepyeni bisikletleri varmış ve bu çocuğun eski bisiklete binmesi onların dalga konusuymuş. Küçük çocuk ise arkadaşlarının onunla dalga geçmesine üzülse de pek aldırış etmiyormuş. Çünkü bu bisiklet sayesinde para kazanıyormuş ve bisikletini çok seviyormuş. Her akşam işini bitirdiğinde bisikletini evin önüne getirir, güzelce temizler ve yarın sabaha hazır hale getirirmiş.
Günlerden bir sabah yine süt dağıtmak için evinden çıktığında bir de ne görsün! Bisikleti bıraktığı yerde yokmuş. Çocuk telaşla bir oraya bir buraya koşturmaya başlamış. Her yere bakmış, gördüğü herkese sormuş. Fakat bisikletini hiçbir yerde bulamamış. Çaresizce bir kenarda ağlamaya başlamış.
‘Bisikletim olmadan nasıl para kazanacağım ben?’ diye kendi kendine sızlanıyormuş. Küçük çocuğun ağlamaktan gözleri davul gibi şişmiş.
O sırada iyilik perisi çocuğun bu halini görmüş ve çok üzülmüş. Hemen yanına gitmiş:
İYİLİK PERİSİ: ‘Küçük çocuk lütfen ağlama. Bak, sana bisikletini buldum’ demiş.
İyilik perisi çocuğa yanında getirdiği altın kaplamadan yapılmış bir bisiklet göstermiş. Çocuk ağlayarak periye dönmüş:
ÇOCUK: ‘Bu benim bisikletim değil ki.’
İyilik perisi bu sefer gümüşten yapılmış bir bisiklet göstermiş. Çocuk yine ağlayarak;
ÇOCUK: ‘Benim bisikletim bu da değil’ demiş.
İyilik perisi küçük çocuğun dürüstlüğüne hayran kalmış. Ona gerçek bisikletini bulmuş. Çocuk kendisinin olan eski bisikletini görünce sevinçle bağırmış:
ÇOCUK: ‘ ‘İşte, benim bisikletim bu!’
İyilik perisi küçük çocuğun dürüstlüğüne karşılık altın ve gümüş bisikletin ikisini de ona hediye etmiş. Çocuk ilk başta kabul etmek istemese de iyilik perisinin ısrarı üzerine bu hediyeleri kabul etmiş.
Bisikletlerin hepsini alan küçük çocuk, onları sevinçle evin içine koymuş. Sonrasında koşarak arkadaşlarını eve çağırmış ve bisikletlerini göstermiş.
Altın ve gümüş bisikletleri gören bütün çocuklar kıskançlık dolu gözlerle bu çocuğa bakmışlar. Evden çıkınca hepsi bu çocuğun yaptığını yapmaya karar vermişler.
Ertesi gün bütün çocuklar bisikletlerini kaybedip sonra da ağlaya ağlaya aramaya başlamışlar. İyilik perisi çocukların yanına gelmiş ve her birine ‘bisikletlerinizi buldum’ diyerek altın bisiklet göstermiş.
Çocukların hepsi altın bisikletin kendi bisikletleri olduğunu söyleyerek itiraz etmeden bisikletlere binmişler. İyilik perisi çocukların bu aç gözlülüğüne ve yalan söylemelerine çok ama çok kızmış. Ceza olarak çocukların hepsinin altın bisikletlerini eski püskü bir hale çevirmiş. Çocukların gerçek bisikletlerini de yok etmiş.
Çocuklar neye uğradıklarını şaşırmışlar. Biraz düşününce yaptıkları yanlışın farkına varmışlar fakat artık çok geçmiş. Hepsinin altında eski-püskü bir bisiklet varken dürüst olan küçük çocuğun altında yepyeni bir altın kaplama bisiklet varmış.