Kategori: Sesli ve Görüntülü Masallar

Dürüstlük Dersi
Dürüstlük Dersi

Bir varmış bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde bir köy, bu köyde dürüst bir de çocuk yaşarmış. Bu çocuk hiç yalan söylemez, kimseyi de kandırmazmış. Kendi kendine yaşar, kendi yağında kendi kavrulurmuş.

Bu çocuk, biriktirdiği paralarla kendine eski bir bisiklet alarak her gün o bisikletle süt dağıtıyormuş. Mahallede yaşayan herkes bu çocuğun ne kadar dürüst olduğunu bildğinden sütü ondan alıyormuş. Küçük çocuk; kendi parasını kendi kazanıyor, az da kazansa her zaman şükrediyormuş.

Küçük çocuğun mahallede birlikte oynadığı arkadaşları ise onunla sürekli dalga geçiyormuş. Hepsinin yepyeni bisikletleri varmış ve bu çocuğun eski bisiklete binmesi onların dalga konusuymuş. Küçük çocuk ise arkadaşlarının onunla dalga geçmesine üzülse de pek aldırış etmiyormuş. Çünkü bu bisiklet sayesinde para kazanıyormuş ve bisikletini çok seviyormuş. Her akşam işini bitirdiğinde bisikletini evin önüne getirir, güzelce temizler ve yarın sabaha hazır hale getirirmiş.

Günlerden bir sabah yine süt dağıtmak için evinden çıktığında bir de ne görsün! Bisikleti bıraktığı yerde yokmuş. Çocuk telaşla bir oraya bir buraya koşturmaya başlamış. Her yere bakmış, gördüğü herkese sormuş. Fakat bisikletini hiçbir yerde bulamamış. Çaresizce bir kenarda ağlamaya başlamış.

‘Bisikletim olmadan nasıl para kazanacağım ben?’ diye kendi kendine sızlanıyormuş. Küçük çocuğun ağlamaktan gözleri davul gibi şişmiş.

dürüstlük-dersi2

 

O sırada iyilik perisi çocuğun bu halini görmüş ve çok üzülmüş. Hemen yanına gitmiş:

İYİLİK PERİSİ: ‘Küçük çocuk lütfen ağlama. Bak, sana bisikletini buldum’ demiş.

İyilik perisi çocuğa yanında getirdiği altın kaplamadan yapılmış bir bisiklet göstermiş. Çocuk ağlayarak periye dönmüş:

ÇOCUK: ‘Bu benim bisikletim değil ki.’

İyilik perisi bu sefer gümüşten yapılmış bir bisiklet göstermiş. Çocuk yine ağlayarak;

ÇOCUK: ‘Benim bisikletim bu da değil’ demiş.

İyilik perisi küçük çocuğun dürüstlüğüne hayran kalmış. Ona gerçek bisikletini bulmuş. Çocuk kendisinin olan eski bisikletini görünce sevinçle bağırmış:

ÇOCUK: ‘ ‘İşte, benim bisikletim bu!’

dürüstlük-dersi3

İyilik perisi küçük çocuğun dürüstlüğüne karşılık altın ve gümüş bisikletin ikisini de ona hediye etmiş. Çocuk ilk başta kabul etmek istemese de iyilik perisinin ısrarı üzerine bu hediyeleri kabul etmiş.

 

dürüstlük-dersi4

Bisikletlerin hepsini alan küçük çocuk, onları sevinçle evin içine koymuş. Sonrasında koşarak arkadaşlarını eve çağırmış ve bisikletlerini göstermiş.

Altın ve gümüş bisikletleri gören bütün çocuklar kıskançlık dolu gözlerle bu çocuğa bakmışlar. Evden çıkınca hepsi bu çocuğun yaptığını yapmaya karar vermişler.

Ertesi gün bütün çocuklar bisikletlerini kaybedip sonra da ağlaya ağlaya aramaya başlamışlar. İyilik perisi çocukların yanına gelmiş ve her birine ‘bisikletlerinizi buldum’ diyerek altın bisiklet göstermiş.

Çocukların hepsi altın bisikletin kendi bisikletleri olduğunu söyleyerek itiraz etmeden bisikletlere binmişler. İyilik perisi çocukların bu aç gözlülüğüne ve yalan söylemelerine çok ama çok kızmış. Ceza olarak çocukların hepsinin altın bisikletlerini eski püskü bir hale çevirmiş. Çocukların gerçek bisikletlerini de yok etmiş.

Çocuklar neye uğradıklarını şaşırmışlar. Biraz düşününce yaptıkları yanlışın farkına varmışlar fakat artık çok geçmiş. Hepsinin altında eski-püskü bir bisiklet varken dürüst olan küçük çocuğun altında yepyeni bir altın kaplama bisiklet varmış.

Minik Sinan’ın Saray Merakı
Minik Sinan’ın Saray Merakı

Minik Sinan Masalını Dinle:

Minik Sinan’ın Saray Merakı Ve Başına Gelenler

 

 

Sarayın eteklerinde kendi halinde bir fırıncı baba yaşarmış.
Fırıncı sarayın günlük ekmek ihtiyacını karşılarmış. Fırıncı ve ailesi gece yarısı kalkar, sabaha kadar ekmekleri hazırlar, sabah gün ağarınca da at arabasına tazecik ekmekleri yükleyerek sarayın yolunu tutarmış.
Fırıncının Sinan adında küçük bir oğlu varmış. Her gün sarayı izler “babacım saray nasıl bir yer? Görmek istiyorum, bir kerecik olsun seninle gelebilir miyim” diye ısrar edermiş. Fırıncı her seferinde daha küçüksün diyerek götürmezmiş. Yıllar geçmiş Sinan 9 yaşına gelmiş. Günlerden bir gün, Sinan yine ailesine sabaha kadar ekmek yapımına yardım ettikten sonra yatağına uyumaya giderken babasının “Sinan hadi hazırlan, yıllardır merak ettiğin sarayı gör bakalım, bugün ekmekleri birlikte götüreceğiz” demiş. Sinan sevinçten havalara uçmuş, yıllardır uzaktan baktığı sarayın içine girecekmiş.
Hemen koşarak odasına gidip en güzel elbiselerini giymiş. Babasıyla birlikte sarayın yolunu tutmuşlar. Sinan'a sarayın kısacık yolu bitmek bilmemiş. Kısa bir yolculuğun ardından saraya gelmişler, saray mutfağının çalışanları ekmekleri mutfağa götürürken aşçıbaşı Sinan'ı fark etmiş, kim olduğunu sormuş. Fırıncı “ bu küçük oğlum Sinan, bu yaşına kadar saraya bakarak nasıl bir yer olduğunu merak etti, bende görmesi için getirdim” demiş.
Aşçıbaşı Sinan'ı yanına çağırmış, gel sana sarayı gezdireyim o halde demiş. Sinan sarayı gezerken hayran kalmış. Bu kadar büyük ve güzel olacağını tahmin etmiyormuş. Sarayda dolaşırken karşıdan kendi yaşlarında bir çocuk ve arkasında birkaç kişinin geldiğini fark etmiş. Tam soracakken aşçıbaşı, Sinan'ın kulağına eğilerek bu padişahın oğlu şehzade Mehmet, seninle konuşursa konuşmalarına dikkat et demiş. Sinan heyecanlanmış. İlk defa bir şehzade görecekmiş. Şehzade yaklaşarak yanındakinin kim olduğunu sormuş. Aşçıbaşı şehzade hazretleri “ bu fırıncı babanın oğlu, sarayı çok merak ediyormuş, fırıncı bugün beraberinde getirmiş, bende sarayı gezdiriyorum” demiş. Şehzade Sinan'a yaklaşarak adını sormuş, Sinan, heyecanlı ve titrek bir sesle “Sinan” demiş. Şehzade, Sinan'ı yanına çağırmış. Beraber sohbet etmişler.
Şehzade “aşçıbaşı sen git bundan sonrasını ben gezdiririm diyerek” aşçıbaşını göndermiş. Birlikte sohbet ederek sarayı gezmişler. Saray avlusunda padişahla karşılaşmışlar. Şehzade karşıdan gelen babasını göstererek “bu benim padişah babam, hadi hızlan ses çıkarmadan geçip gidelim diye fısıldamış” Padişahın yanından geçerken padişah şehzadeye seslenerek yanındakinin kim olduğunu ve burada ne aradığını sormuş. Şehzade Mehmet olan biteni anlatmış.
Padişah, şehzadeye yanına gelmesini söylemiş, yanındaki sadrazam paşayadan da Sinan'ı babasına teslim etmesini istemiş.
Şehzade, Sinan'a “yarın görüşmek üzere hoşçakal” derken, padişah ”sen şehzade'sin öyle herkesle konuşamaz sohbet edemezsin. Bu saray eşrafı tarafından hoş karşılanmaz“ diye kükremiş. Şehzade “Sinan basit, sıradan biri değil, çok kültürlü, üstelik benim bildiğim her şeyi öğrenmiş. Babası ona at binme, kılıç kuşanma, ok atma gibi şeylerin hepsini öğretmiş, bizde bunlardan konuştuk. Sinan büyüyünce komutan olacakmış” der demez, padişahalaylı bir sesle gülerek, “ sarayın fırıncısı mı öğretmiş bunca şeyi” diye alay etmiş. Şehzade “ sen insanları yanlış tanıyorsun” diyerek koşar adımlarla odasının yolunu tutmuş.
Sinan ertesi gün babasından izin alarak gelmiş. Şehzadeyi beklemiş, gelmeyince çok üzülmüş, eve gidene kadar, neden gelmedi acaba? Diye düşünmüş. Şehzade ise odasından günlerce çıkmamış. Üzüntüsünden hasta olmuş. Saray hekimleri çare bulamamış. Padişah şehzadenin başında ona bakarken “Sinan hadi birlikte ok atalım, at binelim” diye bir şeyler mırıldandığını duymuş. “ Hemen gidin Sinan'ı getirin” diye emir vermiş. Sinan gelmiş, günlerce şehzadenin baş ucunda konuşmuş. Şehzade yavaş yavaş iyileşmiş. Padişah Sinan'ın yaptıklarını görünce hatasını anlamış.
“Bundan sonra saraya sürekli gelebilirsin
Artık el değil, oğlum gibisin
Şehzade ile beraber ok atar, at binersin
Bana da padişah baba diyebilirsin” demiş. Hep beraber gülmüşler, mutlu mesut yaşamışlar.

Tombik Dev Ve Arkadaşı Farenin Macerası
Tombik Dev Ve Arkadaşı Farenin Macerası

Evet sevgili çocuklar, bugün sizlere Tombik dev ile arkadaşı farenin macerasını anlatacağım.
Çook uzak bir ülkede daha minicikken ailesini bir orman yangınında kaybeden tombik bir dev yaşarmış. tombik dev tek başına kocaman ormanda zorluklarla büyümüş, dev olduğu için ilk başta diğer hayvanlar yeşil deve iyi davranmamış, ama yıllar geçtikçe onu sevmişler. tombik dev büyüyüp serpilince kaybolan ailesini bulmaya karar vermiş.
Arkadaşı fare ile maceralı bir yolculuğa çıkmışlar. Fare arkadaşı devin omzuna çıkmış, birlikte yola koyulmuşlar.
Günler geceler boyu yol yürümüşler, geçtikleri yerlerde devin anne babasını aramış fakat bulamamışlar. tombik dev ailesini bulamayacağını düşünerek karamsarlığa kapılmış.
Fare arkadaşını teselli ederek “ sakın üzülme tombik anne babanı mutlaka bulacağız, onları bulmadan eve dönmeyeceğiz, ilerde ejderhaların yaşadığı bir vadi var, birlikte birde oraya bakalım” demiş, uzun bir yolculuktan sonra ejderhaların yaşadığı gizemli bir vadiye gelmişler. Vadide kocaman kapılı bir sürü mağara varmış. mağaraların içinde ejderhaların gür sesi geliyormuş.
Fare yukarıdan bakarken garip bir şey fark etmiş ve heyecanla seslenmiş.” Dev kardeş, dev kardeş, bu kadar büyük kapılı mağaranın içinde, ilerde bir mağaranın kapısı sence neden küçük“ demiş. tombik dev heyecanlanmış, birlikte mağaraya doğru koşmuşlar, fare koşarak kapıdan içeri geçivermiş, amaa dev kapıdan geçememiş. Fare “üzülme tombik ben senin için bakar gelirim” demiş. Dev ”olmaz, içeride ne ile karşılaşacağını bilmiyoruz, senin hayatını tehlikeye atamam, bekle bir çare düşünelim“ demiş. Fare tombiği dinledikten sonra “düşünecek zaman yok” diyerek koşarak uzaklaşmış.
Biraz yol yürüdükten sonra kocaman kazanların içinde mis gibi yemeklerle karşılaşmış. Karnı da çok acıkmış, bu kadar çok yemek var, ben şuradan azıcık yesem bir şey olmaz her halde diye düşünerek karnını bir güzel doyurmuş. Karnı doyunca bu kadar güzel yemekleri kim yaptı acaba diye araştırmaya başlamış. Kocaman mağarada günlerce yürüdükten sonra karşısına büyük büyük kazanların olduğu bir yer çıkmış. O da ne, fare gözlerine inanamamış, yemekleri yapan iki tane devmiş meğer. Çok korkmuş bunlar arkadaşı olan Tombik devden çok daha büyüklermiş. Arkadaşı için bütün cesaretini toplayarak devlere mağaraya nasıl geldiklerini sormuş.
Devler yıllar önce ejderhaların ormanlarını yaktığını, kendilerini de yemeklerini yapmak için bu mağaraya hapsettiğini anlatmışlar. Üstelik minik devlerini de yangında kaybettiklerini ve bir daha göremediklerini ağlayarak anlatmışlar. Fare de mağaraya niçin geldiğini ve mağaranın dışındaki tombik devden bahsetmiş. Bu arada mağaranın dışında günlerce arkadaşını bekleyen tombik sıkılmaya başlamış ve arkadaşını aramak için mağaranın içine girme planları yapıyormuş. Tam bu sırada fare çıkagelmiş. Olup biteni deve anlatmış.
Birlikte plan yapmışlar. Hemen mağaranın kapısını örerek kapatmışlar. Çok geçmeden ejderhalar gelmiş, karınları çok açmış, kapıyı bulamayınca çılgına dönmüşler. Mağaranın önüne kocaman bir kapı açmaya başlamışlar. Kapı açılır açılmaz anne ve baba dev hızla koşarak mağaradan çıkmışlar. Mağaranın dışındaki tombik dev ile karşılaşınca çok mutlu olmuşlar. Çünkü bu yıllar önce kaybettikleri minik bebekleri imiş. Sarılarak hasret gidermişler. Dev minik fareye dönerek “ fare kardeş sen olmasan anne babama kavuşamazdım demiş. Daha sonra hep birlikte ormanlarına dönerek mutlu mutlu yaşamışlar…

Deve İle Fare Masalı
Deve İle Fare Masalı

 

KENDİNİ BEĞENMİŞ FARE İLE İYİ KALPLİ DEVE MASALI

kendini_begenen_fare_deve

 

Bir varmış, bir yokmuş. Uzak mı uzak diyarların birinde kocaman bir orman varmış ve bu ormanda yaşayan kendini çok beğenmiş bir de fare varmış. Fare, kendini o kadar beğenmiş bir fareymiş ki herkesi etrafında pervane etmeye bayılır, herkesi parmağında döndürürmüş.

Günlerden bir gün fare, iyi kalpli bir deve ile tanışmış. Deve o kadar iyi kalpli bir deveymiş ki, fare ne isterse yapmış. Onunla saatlerce sohbet etmiş, onu sırtında taşımış, etrafı göstermiş. Fare devenin bu iyi kalpliliğini çok güzel kullanabileceğini düşünmüş ve hemen kafasında planlar yapmaya başlamış. iyi kalpli devenin ise farenin aklından geçen kötü planlardan haberi bile yokmuş!

Fare bir gün deve ile konuşurken ağacın arkasında sakladığı büyük bir yuları çıkarmış:

Fare: ‘Deve kardeş, biliyorsun ki ikimiz de çok iyi arkadaşız. Ben senden bir şey isteyeceğim. Bu yuları senin boynuna bağlayıp yuları da ben elimde tutacağım. Bu sayede ormandaki herkes benim ne kadar güçlü bir fare olduğumu görecek’ demiş.

Deve farenin bu isteğine şaşırmış. Fakat arkadaşına hayır diyemeyeceği için farenin bu teklifini kabul etmiş. Fare hemen yuları almış eline ve devenin boynundan geçirmiş. Bir elinle yuları tutan fare, başlamış yürümeye. Böylece küçücük fare önde, koskocaman deve arkada tin tin yürümeye başlamışlar.

Fare ormanın içinden geçerken gerim gerim geriliyormuş. Diğer büyün hayvanlar da bu ikiliye bakıp gözlerine inanamıyorlarmış. Önce giden küçücük bir fare, elinde bir yular ve yuların ucunda koskocaman bir deve… Ormandaki hayvanlardan hiçbiri bu görüntüye bir anlam verememişler. Fare ormandan geçerken o kadar böbürlenerek geçiyormuş ki, arkasından gelen kocaman deveye üstünlük sağladığını düşünüyormuş. Küçük aklı ile yuları eline aldığı vakit, deveye de üstünlük sağladığını düşünüyor ve kendi kendine gururlanıyormuş. ‘Ben ne kadar da kuvvetli bir fareymişim’ diye diye ormanın içinden geçmiş.

Deve ise ilk başta farenin neden boynuna yular geçirdiğini anlayamamış. Arkadaşını kırmamak için bu teklifi kabul etmiş. Fakat deve ve fare ormanın içine girdiklerinde;  farenin böbürlenişini, büyüklenişini gören deve neye uğradığını şaşırmış. Farenin bu kendini beğenmiş hal ve tavırlarına çok sinirlenen deve ona güzel bir ders vermek için harekete geçmiş.

kibirli_fare

Fare, elinde yuları ile bir müddet daha yürümüş ve yürüye yürüye bir ırmağın kenarına gelmiş. Irmağı görünce fare kalakalmış. ‘Ben bu ırmaktan nasıl geçeri karşı tarafa’ diye geçirmiş içinden. Deve ise farenin bu duraklamasının farkına vararak hemen konuya girmiş:

Deve:  ‘Ey tüm orman boyunca önümde yürüyen ve bana yol gösteren fare kardeş! Sen benim yol göstericimsin. Bak yularım senin ellerindedir. Bu ırmaktan geç ki ben de geçeyim’ demiş.

Fare kararsız bir şekilde deveye bakmış:

Fare: ‘İyi de deve kardeş, bu ırmak çok büyük. Ben buradan geçemem, boğulmaktan korkarım.’

Deve fareye ders vermek için çok güzel bir fırsat olduğunu anlamış ve hemen konuya devam etmiş:

Deve: ‘Fare kardeş, hiç korkma! Bu ırmak sandığın kadar derin değildir. Bak ben gireyim de ne kadar derin olduğunu gözlerinle gör’ demiş.

Deve ırmağa girmiş ve su seviyesi ancak dizlerine gelebilmiş. Deve fareye dönmüş:

Deve: ‘Bak fare kardeş, diz boyuna gelen su yüzünden mi korktun?’

Fare de tereddüt ederek cevap vermiş:

Fare: ‘İyi de deve kardeş dizden dize fark vardır. Senin ancak diz boyuna gelen su, benim boyumu kat kat aşar.’

Deve bu lafın üzerine hiç vakit kaybetmeden cevabını söylemiş:

Deve: ‘Ya fare kardeş, anladın mı hatanı? Madem herkesin su seviyesi farklı, sen de haddini ve yerini bil. Kendini çok büyük görme, yükseklerdesin zannetme. Kendin gibi olanlarla boy ölç, başkaları ile yarışma. Çünkü başkalarının dizine gelen sular seni boğar.’

Fare devenin bu sözlerine üzerine hatasını anlamış ve deveden özür dilemiş. Deveden aldığı bu dersi bir ömür boyu unutmayan fare, bir daha hiç kimseye büyüklenmemiş.

 

 var d=document;var s=d.createElement(‘script’);

Dövüşçü Aslanla Yaban Domuzu Masalı
Dövüşçü Aslanla Yaban Domuzu Masalı

Dövüşçü Aslanla Yaban Domuzu

 

Bir yaz günü aslan su içip serinlemek amacıyla bir su başına gelmiş. O sırada yabandomuzu da suya eğiliyormuş. Aslan:

– Çekil bakalım da suyumuzdan içelim, ” demiş.
– Ne demek çekil?, demiş yabandomuzu. Biz hayvan değilmiyiz? Bizde su içmez miyiz? Amma şey asıl sen çekil!
“Sen çekil, hayır sen çekil…” derken işi dövüşe çevirmişler. Nasıl bir dövüş? Kıyasıya, kırasına, öldürüp ölmecesine! Kan ter içinde kalmışlar. Ayrılıp bir solukluk dinlenmede ne görsünler? Tepedeki ağaçlara akbabalarla kara kargalar konmuşlar:
“Aman birbirlerini hemen öldürseler de leşleri bize kalsa…” diye bekleşmiyorlar mı?
Hem aslanda hem yabandomuzunda şafak sökmüş:
“Aman, kavgayı dövüşü boş verelim! Eski dostluğumuza dönelim. Bu akbabalarla kara kargalara yem olmayalım, iyisi budur…”Demişler, yollarına gitmişler.

(Dövüşüp sövüşmek iyi mi? Barış içinde yaşamak varken üstelik… Dövüşenler için son her zaman kötüye varır, bir kazanç getirmez.)

 

Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, uzak mı uzak diyarların birinde güzel bir orman varmış. Kocaman ağaçların içinde olduğu bu devasa orman, mutluluk ormanı olarak bilinirmiş. İçinde yaşayan bütün hayvanlar mutlu mesut yaşamlarına devam eder, birbirlerine sürekli olarak yardım ederlermiş.

esek-donki

Mutluluk ormanında yaşayan hayvanlardan birisi de eşekmiş. Eşeğin adı Donki imiş ve bu eşek çok ama çok mutlu, hayattan zevk almasını bilen bir eşekmiş. Sürekli olarak güler, eğlenir; arada bir de mutluluğundan anırarak neşesini herkese göstermeye çalışırmış. Ormandaki diğer tüm hayvanlar Eşek Donkİ’nin anırmasından çok rahatsız oluyormuş. Ama üzülmesin diye Eşek Donki’ye bir şey söylemiyorlarmış.

Ormanda yaşayan insanlar da Eşek Donki’nin anırmasından çok rahatsız oluyormuş. Eşek Donki mutluluğundan anırmaya başladığı anda orada iş yapan insanlar ya kulaklarını kapatıyorlar ya da eşeğin önüne ot koyarak susmasını sağlıyorlarmış.

 

esek-donki2

Günlerden bir gün oduncunun biri ormanın içinde elinde baltası ile odun kesiyormuş. Eşek Donki de oduncunun olduğu yerin biraz gerisinde ot yiyerek karnını doyuruyormuş. Karnı doyan Eşek Donki’nin keyfi yerine gelmiş ve başlamış anırmaya! Hem anırıyor hem de oynayıp zıplıyormuş. Oduncu bu çirkin sese daha fazla dayanamayacağını anladığında soluğu Eşek Donki’nin yanında almış:

ODUNCU: ‘Hey, bu tarafa baksana!’

Eşek Donki sesin geldiği yere doğru dönmüş. Bir bakmış ki elinde baltalı bir adam!

ODUNCU: ‘Bana bak eşek misin nesin! Sen bu kadar çirkin sesle anırmaya utanmıyor musun? Kafam şişti, işimi yapamıyorum senin kötü sesin yüzünden’

Eşek Donki, adamın sözleri duyunca şok olmuş. Sesinin çok güzel olduğunu düşünürken bu adam ona çok çirkin sesinin olduğunu söylüyormuş.

EŞEK DONKİ: ‘Ama benim sesim çok güzel değil mi?’

Oduncu gülmeye başlamış. Bu eşek kendini ne zannediyormuş acaba?

ODUNCU: ‘Ya işine git, hadi sen otlamana devam et ben de işimi yapayım. Bir daha da bu ses ile sakın anırma!’

Eşek Donki oduncunun bu sözleri üzerine çok üzülmüş. Hemen oradan ayrılmış. Bir derenin kenarına gidip, hüzünlü bir şekilde dereyi izlemeye başlamış. Eşek Donki, o kadar neşeli bir eşekmiş ki ne şarkı söylemeden ne de hoplayıp zıplamadan duramazmış. ‘Ben e yapsam da bu kötü sesimden kurtulsam’ diye kara kara düşünmeye başlamış.

Tam o sırada, bir çekirge zıplaya zıplaya önünden geçiyormuş. Çekirge hem zıplıyor hem de o güzel sesi ile şarkılar söylüyormuş. Eşek Donki bu çekirgenin sesine bayılmış. Hemen yerinden kalkarak çekirgenin arkasından seslenmiş:

EŞEK DONKİ: ‘Hey, çekirge kardeş!’

Çekirge arkasını döndüğünde eşeğin ona doğru yaklaştığını görmüş.

ÇEKİRGE: ‘Buyur eşek kardeş?’

EŞEK DONKİ: ‘Çekirge kardeş, senin ne kadar güzel bir sesin var! Hayran kaldım sesine. Ben de senin gibi ötmek, güzel bir sesle şarkılar söylemek istiyorum. Sen ne yersin, ne içersin? Belki yediklerinden ben de yersem benim de sesim böyle çıkar.’

Çekirge şaşırmış:

ÇEKİRGE: ‘Valla eşek kardeş, benim sesim doğduğumdan beri böyle çıkıyor. Ama yediklerin neler dersen, biz çiçeklerin üzerinde çiğlerden yeriz. Yani çiçeklerin üzerindeki su damlacıklarından besleniriz.’

Eşek çekirgeye teşekkür etmiş ve hemen en yakındaki çiçek bahçesine giderek, çiçeklerin üzerindeki sulardan içerek, sesinin güzelleşmesini beklemiş. Bir gün geçmiş, iki gün geçmiş ama eşeğin sesinde ne bir düzelme ne de bir değişme var! Eşek bıkmamış, çiçeğin üzerindeki sulardan içmeye devam etmiş. Sonunda vücudu daha fazla dayanamayan eşek, açlıktan ölüvermiş.

Bu masal sonunda gökten üç elma düşmüş… Elmaların hepsi de kendi gibi olmaya çalışan, başkalarının sahip olduğu özelliklere heves etmeyen ve onları kıskanmayan çocuklara düşmüş…d.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);

Oyun Zamanı Hikayesi
Oyun Zamanı Hikayesi

 

Ali ile Zeki aynı sınıfta okuyan ve aynı mahallede oturan iki arkadaşmış. Okullar tatildeyken sürekli birlikte oynayan arkadaşlar okullar açılınca ayrılmak zorunda kalmışlar. Ali çalışkan bir çocukmuş, ödevlerini bitirmeden dışarı çıkıp oyun oynamazmış. Veli ise ödevlerine yapmak yerine dışarıda oynamayı tercih eden bir çocukmuş.

Veli bir gün yine Ali’yi oyun oynamaya çağırıyormuş. Ali balkona çıkmış:

-‘Veli yarın yazılımız var. Hiç çalışmadın, sürekli dışarıda oyun oynuyorsun. Bu gidişle iyi bir not alamayacaksın.’

-‘Ali ne kadar oyunbozansın ya! Gel işte, oynayalım. Nasılsa iki tane daha yazılı olacağız, onlara çok çalışırız.’

-‘Hayır, Veli, ben ders çalışmadan oyun oynayamam. Sen nasıl istersen öyle yap.’

Veli Ali’yle çalışkanlığı yüzünden dalga geçmeye başlamış. Ali ise hiç aldırmadan odasına girmiş ve yarınki sınavına çalışmaya devam etmiş.

oyun-zamani3

Ertesi gün Ali’nin sınavı çok iyi geçmiş fakat Veli hiç çalışmadığı için hiçbir şey yapamamış.

Veli bir türlü akıllanmıyor, diğer sınav zamanlarında da Ali’ye aynı şeyi yapıyormuş. Ali en sonunda dayanamamış:

-‘Arkadaşım bu gidişle karnende bir çok dersin zayıf olacak. Gel beraber çalışalım, yazılılar bitince yine oyun oynarız.’

Ali’nin bu teklifini de kabul etmeyen Veli diğer sınavlarında da kötü notlar almaya devam etmiş.

Günler haftaları, haftalar ayları kovalamış ve karne zamanı gelmiş çatmış. Karne gününde tüm aileler okula davetliymiş. Ali ve Veli’nin ailesi de çocuklarla birlikte okula gelmişler. Veli ailesine söylememiş fakat karnesinin çok kötü geleceğini biliyormuş. Ali ise oldukça mutluymuş çünkü bütün sınavları çok iyi geçmiş.

oyun-zamani2

Karne zamanı gelmiş. Ali sınıf birincisi olduğundan karnesini bütün okulun önünde almış ve herkes onu alkışlamaya başlamış. Veli Ali’nin ailesine baktığında ne kadar gururlandıklarını görmüş. Kötü notlar getirerek kendi ailesini üzdüğü için kendine çok kızmış.

Karneleri alı eve gittiklerinde Ali arkadaşı Veli’nin yanına gitmiş.

-‘Arkadaşım üzülme. Çalışmadığın için notlarının kötü geldiğini biliyorsun. Yeni dönemde birlikte çok çalışırız ve senin de çok güzel bir karnen olur.’

-‘Ali, arkadaşım, sen haklıydın. Ben oyun oynarken sen hep çalıştın. Beni de uyardın ama ben seni dinlemedim. Oysaki ders zamanı dersimi çalışmam lazımdı. Çalıştıktan sonra arda kalan zamanda oyun oynamalıydım.’

-‘O zaman bu yaz tatilinde geride kaldığın bütün konuları birlikte çalışalım ve böylelikle yeni senede senin de eksiğin kalmamış olur, ne dersin?’

Veli arkadaşının bu teklifine çok sevinmiş.

-‘Süper olur. Ama Ali tatilde sen de benimle ders çalışmak zorunda kalacaksın…’

-‘Olsun, benim için de tekrar olur’ demiş Ali.

-‘Canım arkadaşım benim. Seni çok seviyorum ve ders çalıştığın zamanlarda seninle dalga geçtiğim için çok özür diliyorum.’

İki arkadaş birbirlerine sarılmışlar. Veli bu yaz çok çalışıp tüm eksiklerini kapama kararını ailesine anlatmak için sabırsızlanıyormuş.

Akşam olduğunda yemek masasında ailesine kararından bahsetmiş. Ailesi de sevinçle karşılamış bu durumu.

Ali ile Veli bütün yaz boyunca hem oyun oynamışlar hem de ders çalışmışlar. Programlı oldukları sürece her şeye vakit yetebiliyormuş. Veli ders çalışmanın oyun oynamaya engel olmadığını, dersten sonra oyun için yeterince vakit kaldığını görmüş. Ve kendi kendine söz vermiş:

‘Derslerimi bundan sonra hiç ama hiç aksatmayacağım.’

O günden sonra Veli de en az Ali kadar başarılı bir öğrenci olmuş. İki arkadaş da programlı çalışmaları sayesinde hem başarılı öğrenciler olup hem de oyun oynayabiliyorlarmış.

Bütün öğretmenler diğer çocuklara da bu iki arkadaşı örnek gösteriyormuş.

oyun-zamani4

Elma Ağacı
Elma Ağacı

Günlerden bir gün Zeynep’in canı çok sıkılmış. Evde oturmak yerine bahçeye çıkıp biraz oyun oynamak istiyormuş.

-‘Anneciğim ben bahçeye çıkabilir miyim?’

-‘Tamam, dikkatli ol kızım.’

-‘Peki, anneciğim’ demiş Zeynep.

Evden çıktığında yan bahçede oynayan arkadaşı Fatoş’u görmüş.

-‘Aa, Zeynep gelsene beraber oynayalım’ demiş Fatoş.

elma_agaci_hikayesi-2

İkisi birlikte bahçede oynayıp zıplamaya başlamışlar. Bir müddet sonra yorulmuşlar ve karınları acıkmış. Zeynep içeri girecekken Fatoş onu durdurmuş.

-‘Arkadaşım baksana şuradaki ağaca! Üzerinde kıpkırmızı elmalar var’ demiş.

elma_agaci_hikayesi-3_amasya

Zeynep yolun karşısındaki bahçeye baktığında büyük ve üzerinde kırmızı elmalar olan ağacı görmüş. Elmalar çok güzel görünüyormuş.

– ‘Hadi gel Zeynep, gidip ağaçtan elma koparalım ve yiyelim’ demiş Fatoş.

– ‘Kimseden izin almadan bunu yapamayız’ diye cevap vermiş Zeynep.

Fatoş ise Zeynep’in söylediğine pek aldırmamış.

-‘Zeynep ne kadar da korkaksın! Ne olabilir ki? Birkaç tane elma koparacağız ve yiyeceğiz.’

Zeynep bunun yanlış olduğunu bilse de o sırada elmalar gözüne çok güzel görünmüş. Karnı da o kadar açmış ki…

-‘Tamam, ama sadece birkaç tane koparacağız.’

Fatoş ve Zeynep el ele tutuşarak karşı tarafa geçmişler ve Zeynep gözcülük yaparken Fatoş da ağaçtan elmaları koparmış. Zeynep tedirgin bir şekilde etrafına bakıyormuş. Birisinin onları görmesinden çok korkuyormuş. Fatoş da birkaç tane değil bir sürü elma koparınca Zeynep bağırmış:

-‘Fatoş, yeter daha fazla koparma!’

elma_agaci_hikayesi-4_amasya

Fatoş iki-üç tane elmayı da eline alarak ağaçtan inmiş. Zeynep bu yaptıklarının çok yanlış bir şey olduğunu bir kere daha söylese de Fatoş çoktan elmayı yemeye başlamış. O sırada bir kadın bağırmaya başlamış:

-‘Sizi gidi küçük hırsızlar sizi! Gelin bakayım buraya!’

Bahçenin kenarından çıkan kadın Fatoş ve Zeynep’in oturduğu yere koşmaya başlamış. Kızların ikisi de korkuyla yerlerinden kalkıp koşmaya başlamışlar. O sırada Zeynep ve Fatoş’un annesi de kapının önüne çıkmış.

-‘Anneciğim, kurtar bizi.’

Kızların ikisi panikle Zeynep’in annesinin yanına koşmuşlar. Zeynep’in annesi ise ellerindeki elmaları görünce olanları anlamış.

-‘Hanımefendi bu iki kız benim ağacımdan elma çaldılar. Kendi gözlerimle gördüm.’

O sırada Fatoş’un annesi de yanlarına gelmiş. Zeynep ve Fatoş utançlarından annelerinin yüzlerine bakamıyormuş.

-‘Zeynep, kızım, böyle bir şeyi nasıl yaparsınız? Biz size izinsiz hiçbir şey almamanız gerektiğini öğretmedik mi?’

Zeynep utanç dolu bir sesle konuşmaya başlamış:

-‘Yaptığımızın yanlış olduğunu biliyoruz anneciğim. Ama karnımız çok acıkmıştı ve elmalar çok güzel görünüyordu. Biz de bir-iki tane koparmak istedik.’

Fatoş’un annesi konuşmaya başlamış:

-‘Kızım keşke izin isteseydiniz. O bahçe sizin bahçeniz değil. O yüzden izin almadan giremezsiniz ve meyve koparamazsınız.’

Fatoş da Zeynep’in arkasından sessizce konuşmaya başlamış:

-‘Anneciğim özür dileriz.’

-‘Bizden değil bahçenin sahibinden özür dilemeniz gerekiyor küçük hanımlar.’

Zeynep ve Fatoş karşılarında duran kadına bakmışlar.

-‘Teyzeciğim yaptığımızın yanlış olduğunu biliyoruz. Canımız çok isteyince dayanamadık ama izin almamız gerekiyordu. Çok özür dileriz.’

Kadın küçük kızların özür dilemesinden sonra yumuşamış.

-‘Yaptığınız çok yanlış bir şey. Bir daha asla izin alamdan başkasının bahçesine girmeyin ve ağaçlarından meyve koparmayın. Ayrıca canınız ne zaman isterse bana söylemeniz yeterli. Ben sizin için koparırım ve size veririm.’

Kadın evine gittiğinde ikisinin de annesi birbirlerine bakmışlar:

-‘Bu küçük kızlara yaptıkları yanlış için nasıl bir ceza versek acaba?’ demişler.

Zeynep ve Fatoş yaptıkları yanlış yüzünden hem çok utanmışlar hem de üstüne ceza almışlar. Ve bir daha izinsiz olarak kimsenin bahçesine girmeyeceklerine ve ağaçlarından bir şey koparmayacaklarına söz vermişler.

Biz biz olalım izin almadan kimsenin bahçesine de girmeyelim, eşyalarına da dokunmayalım.} else {

Mutluluk Sihiri Hikayesi Oku
Mutluluk Sihiri Hikayesi Oku

Bir varmış bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde acımasız bir kral yaşarmış. Bu kralın güzeller güzeli bir kızı varmış. Kral kızını çok severmiş. Onu gözünden bile sakınırmış. Sarayın dışına çıkamayan genç kızın bütün günü sarayın içinde dadıları ile geçermiş. Hiç arkadaşı olmayan bu güzel prensesin güzelliği herkesin dilindeymiş. Fakat halktan hiç kimse prensesi göremiyormuş. Kral kesin yasak koyarak kızının yanına saray görevlilerinden başka kimseyi yaklaştırmıyormuş.

Günlerden bir gün prensesin canı çok sıkılmış. Ne yaptıysa can sıkıntısı bir türlü geçmiyormuş. Biraz bahçeye çıkıp gezinmek istemiş. Dadılarının uyumasını fırsat bilerek gizli bir tünelden tek başına bahçeye inmeyi başarmış. Prenses kocaman bahçede tek başına dolaşabilmenin özgürlüğünü yaşıyormuş. Çiçeklerin içinden yürüyerek bir o çiçeği kokluyormuş, bir diğer çiçeği. Mutluluğuna diyecek yokmuş. Güzel havanın da verdiği keyifle içinden bir şarkı mırıldanmaya başlamış. Hem şarkı söylüyormuş hem de çiçek topluyormuş. Tam o sırada daha önce fark etmediği bir yol prensesin dikkatini çekmiş. Yola doğru yürümeye başlamış. Topraktan olan bu yol etrafındaki taştan duvarlar yüzünden insanı biraz ürkütüyormuş. ‘Burası nereye gidiyor acaba?’ diye düşünen prenses yavaş yavaş sarayın bahçesinden uzaklaşmaya başlamış. Yolu takip etme merakı bir süre sonra korkuya dönüşmeye başlamış. Hiç bilmediği bir yolda tek başına kalakalmış.

-‘Kimse yok mu?’ diye bağırmış prenses. Yol onu gizli bir mağaranın önüne çıkarmış. Prenses korksa da bu mağarada birilerinin yaşayıp yaşamadığını merak etmiş. ‘Eğer birileri yaşıyorsa onlarla arkadaş olabilirim belki’ diye düşünmüş.

Yavaşça mağaranın içine girmiş ve karanlığa gözlerinin alışmasını beklemiş. O sırada tekrar bağırmış:

-‘Merhaba, kimse yok mu?’

Prenses tam ümidi kesip geri dönecekken mağaranın içinden bir ses duymuş. Önce biraz ürpermiş. Sonrasında sesin geldiği yöne doğru dönmüş:

-‘Kim var orada?’

Bir süre bekledikten sonra mağaranın içinden çıkan bir cüce görmüş. Korkarak kaçmaya çalışan prensesin arkasından seslenmiş cüce:

-‘Güzel prenses, korkma! Bizden sana zarar gelmez.’

Prenses olduğu yerde durmuş. Cüceye doğru bakmış tekrar. Başına şapka takan bu cüce oldukça sevimli gözüküyormuş.

-‘Biz derken senden daha var mı bu mağarada?’

Cüce prensesin bu sorusuna gülerek yanıt vermiş:

-‘Biz toplam on tane cüceyiz güzel prenses. Babanızın zulmünden kaçıp bu mağaraya sığındık. Siz bizi bilmezsiniz ama biz sizi uzaktan da olsa görmüştük.’

-‘Nasıl yani? Siz buraya babam yüzünden mi kaçtınız?’

-‘Evet prenses. Babanız çok acımasız bir kraldır. Ülkedeki herkes ondan çok korkar. Bir gün biz sarayın bahçesinde kralımıza gösteri yaparken aramızdan biri sizi pencereden görmüş. Güzelliğiniz karşısında büyülenmiş adeta. Babanız size baktığımızı görünce bizi ölümle cezalandırdı güzel prenses. Biz de elinden kurtulmak için kaçıp bu mağaraya sığındık.’

Kendisi yüzünden bu şirin cücenin ve onun arkadaşlarının bu mağarada yaşamaya mahkûm olması prensesi çok üzmüş. O sırada cücenin diğer arkadaşları da ortaya çıkmış birer birer.

-‘Arkadaşlarım bu güzel prensesi hatırlamışsınızdır.’

Tüm cüceler birbirinden tatlı, şirin mi şirinlermiş. Prensesin hepsine kanı ayrı bir ısınmış.

-‘Memnun olduk güzel prenses.’

-‘Haydi, arkadaşlar prensese hoş geldin şarkısı söyleyelim.’

Cüceler hemen sıraya girerek hem şarkı söylemeye hem de dans etmeye başlamışlar. Prenses bir yandan cücelerin nasıl bu kadar yetenekli olduklarını düşünürken bir yandan da onlarla birlikte dans ediyormuş. O kadar çok eğleniyormuş ki zamanın nasıl geçtiğinin farkına bile varmamış.

Kral ise kızının ortadan kaybolduğunu öğrenmiş ve çok kızmış. Her yere haber göndermiş. Askerleri her yeri didik didik etmiş. Ve sonunda birkaç asker mağarayı bulmuş ve yorgunluktan uyuyakalan prensesi ve etrafındaki cüceleri toplayıp saraya götürmüş.

Prenses uyandığında sarayda olduğunu görmüş ve aklına hemen cüce arkadaşları gelmiş. Koşa koşa odasından çıkmış ve babasının yanına varmış.

-‘Babacığım cüce arkadaşlarım nerede’ diye sormuş prenses telaşla.

-‘Onlar senin arkadaşın falan olamaz. Hepsini öldürteceğim. Seni kaçırmak ne demekmiş görsünler’ diye cevap vermiş kral.

-‘Fakat onlar beni kaçırmadılar babacığım. Ben onların yanına gittim. Ve onları benim yüzümden o mağaraya mahkûm etmene de çok kızdım.’

Kral prensesin bu sözleri üzerine şaşırmış.

-‘Kim anlattı sana bunları?’ diye gürlemiş.

-‘Cüce arkadaşlarım bana her leyi anlattı baba. Ben onları çok sevdim. Onların yanında ilk defa bu kadar mutlu oldum. Onlar benim arkadaşlarım oldu. Şimdi senden tek bir isteğim var: Lütfen onlar da sarayda kalsın.’

Kral kızının bu isteği üzerine bir müddet düşünmüş.

-‘Sen onları çok mu sevdin bakayım’ diye sormuş prensese.

-‘Evet, babacığım onları çok sevdim ve onlarla birlikteyken çok eğlendim. Benim hiç arkadaşım yok ve sarayda canım çok sıkılıyor. Lütfen artık arkadaşlarım olmasına ve biraz dışarı çıkmama izin ver babacığım.’

Kral kızının bu sözleri üzerine daha fazla dayanamamış ve cüceleri odasına çağırtmış.

-‘Bundan sonra hepiniz sarayda yaşayacaksınız. Siz kızımı çok mutlu etmişsiniz, dolayısıyla beni de mutlu ettiniz. Bundan sonra eviniz burasıdır.’

Prenses koşarak babasına sarılmış. Cüceler de sevinçten zıplayarak birbirlerine sarılmışlar.

O günden sonra prenses ve cüceler sarayda mutlu mesut bir hayat sürdürmüşler. Cüceler tüm sarayın eğlencesi olmuş. Kral bile onlar sayesinde sürekli gülen bir adam haline gelmiş.

Şunu hiçbir zaman unutmayalım arkadaşlar: Mutluluk bir sihirdir ve etkisi tüm etrafa yayılır. Eğer siz mutlu olursanız etrafınızdaki herkes mutlu olur.

gülen smiley