Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok uzak diyarların birinde bir karı koca varmış. Bu çiftin çocukları yokmuş ama bir kız çocuk sahibi olmak istiyorlarmış. Aradan biraz geçtikten sonra kadın hamile olduğunu öğrenmiş. Bu çiftin evinin karşısında ise çok güçlü bir cadının evi varmış. Cadının evinin bahçesinde güzel mi güzel marullar duruyormuş. Kadın hamile ya canı bu marulları çok çekmiş. Kocasına;
-‘’Ben sadece bu marullardan yemek istiyorum.’’ Demiş. Ama marullar cadının olduğu için kocası yememesi gerektiğini söylemiş.
Hamile kadın bu marullardan yemediği her gün zayıflamaya başlamış. Başka bir şey yemiyormuş sadece o marullardan yemek istiyormuş. Kadının bu halini gören kocası tüm cesaretini toplayıp cadının evinin bahçesine gizlice girmiş ve bir avuç marul yaprağı toplamış. Kadın kocasının getirdiği marulları afiyetle yemiş, ama kadına yetmemiş. Ertesi gün adam yine cadının bahçesine gitmiş ama bu sefer cadı bahçede onu bekliyormuş. Cadı;
-‘’ Sen benim evimin bahçesine girmeye nasıl cesaret edersin ?’’ diye bağırmış.
Adam da cadıya karşılık vermiş;
-‘’Karım hamile. Canı sizin marullarınızdan çekiyor ve başka bir şey yemek istemiyor.’’
Cadı cevap vermiş.
-‘’Bunun için benden izin alabilirdin değil mi ?’’
Adam da cevap vermiş;
-‘’ İzin almaya çok korktum. Ama karım sizin marullarınızdan yemezse hastalanacak. ‘’
Cadının aklına bir fikir gelmiş;
-‘’ O zaman seninle bir anlaşma yapalım. Sen ve eşin buradan istediğiniz kadar marul alabilirsiniz. Ama bebek doğduktan sonra o bebeği bana vereceksiniz. ‘’
Kadının kocası korkusundan bu şartı hemen kabul etmiş. Birkaç ay sonra bebek doğmuş, cadı hemen gelip bebeği almış ve adını Rapunzel koymuş. Cadı küçük kıza çok iyi bakmış. Rapunzel 16 yaşına geldiğinde dünyalar güzeli bir kız olmuş. Cadı Rapunzel’i yüksek bir kuleye yerleştirmiş. Bu kulenin hiç merdiveni yokmuş. Sadece tepesinde ufak bir penceresi varmış. Cadı 16 yaşına gelene kadar Rapunzel’in sarı saçlarını hiç kesmemiş. Cadı Rapunzeli ziyarete gittiğinde rapunzel altın sarısı saçlarını uzatır cadı da kızın saçlarından tutunup yanına çıkarmış.
Bir gün bir prens avlanmak için ormana çıkmış. Uzaklardan çok güzel bir ses duymuş. Atını oraya doğru sürmüş. Sonunda Rapunzelin olduğu kuleye gelmiş. Ama ne merdiven varmış, ne de yukarı çıkmak için başka bir yol varmış. Güzel sesin büyüsüne kapılan prens her gün Rapunzelin kulesinin oraya gidip onun sesini dinlemiş. Bir gün yine oralarda gezinirken kulenin altındaki cadıyı fark etmiş. Cadı rapunzel diye seslenmiş ve bir kız saçlarını aşağıya doğru atmış, cadı da bu saçlardan tutunarak yukarıya doğru çıkıvermiş. Bunu gören prens ertesi gün akşama doğru kulenin altına gelmiş ve rapunzel diye bağırmış. Bunu duyan Rapunzel saçlarını uzatmış ve prens tutunarak Rapunzelin yanına gitmiş. Rapunzel ilk defa annesi sandığı cadıdan başka birini görünce korkmuş. Prens Rapunzele âşık olduğunu söylemiş. Rapunzel artık prensten korkmuyormuş. Bir süre bu şekilde prensle buluşmuşlar. Prens en sonunda Rapunzele evlenme teklifi etmiş Rapunzel de bu teklifi kabul etmiş. Ama rapunzel bu kuleden aşağıya inemiyormuş. Rapunzelin aklına bir fikir gelmiş. Prens her geldiğinde bir kumaş getiriyormuş, rapunzel de bunları birbirine ekleyerek uzun bir kumaş parçası yapmış.
Bir gün rapunzel ağzından kaçırıvermiş.
-‘’Anne, prens senden daha hızlı tırmanıyor saçlarıma.’’
Bunu duyan cadı ‘’Hangi prens ?’’ diye bağırmış Rapunzele her şeyi anlattırmış. Cadı Rapunzelin saçlarını kesivermiş ve onu çok uzaklarda bir çöle göndermiş. Cadı kulede durup prensi beklemiş. Cadı Rapunzelden kestiği saçı aşağıya uzatmış, prens de tırmanmış. Karşısında cadıyı gören prens Rapunzelin başına kötü bir şey geldiğini anlamış. Cadı prensi kulenin penceresinden aşağıya atmış. Prens çalıların üstüne düşmüş, çalılar gözlerine batmış ve prens kör olmuş. Kör prens günlerce yürüyüp Rapunzeli aramış görmeyen gözleriyle. Bir gün fark etmeden Rapunzelin olduğu çöle varmış. Uzaklardan yine bir ses duymuş. Bu Rapunzelin sesiymiş. Prens Rapunzele seslenmiş. Rapunzel de onu tanımış. Sonunda birbirlerini bulmuşlar. Onu görünce Rapunzel ağlamaya başlamış. Rapunzelin gözyaşları prensin gözlerine damlamış ve birden bir mucize olmuş, prensin gözleri görmeye başlamış. Birlikte yola çıkıp prensin ülkesine gitmişler. Rapunzel ve prens bir ömür boyu çok mutlu yaşamışlar.
Sevgili çocuklar! Tarihinizde neler yaşandığını bilerek yaşamak ve tarihteki yaşanan olaylardan ders çıkarmak çok önemlidir. İşte size örnek olacak güzel bir tarih masalı…
Bir varmış, bir yokmuş. Osmanlı Devleti’nin parlamaya başladığı dönemlerde, başarılar artarda geliyor ve devlet de gittikçe büyüyormuş. Padişahların yerine oğullarından biri tahta geçiyor, devlet güçlenerek büyümeye devam ediyormuş. Osmanlı Devleti’nin başındaki padişahlardan biri olan ülkeyi başarı ile yöneten Sultan 2. Murat ise; daha ölmeden devlet işlerinden elini ayağını çekmek istemiş. Oğlunun ülkeyi de başarı ile yöneteceğinden emin olan Sultan 2. Murat, Balkan Devletleri ile on yıl süren ikili anlaşmalar imzalayarak barış ortamını sağlamış ve devleti 12 yaşında olan oğlu Sultan Mehmet’e bırakarak dinlenmeye çekilmiştir.
Balkan Devletleri ise, tahtın başına on iki yaşında bir çocuğun geçtiğini görünce durur mu? Hemen aralarında imzaladıkları anlaşmayı hiçe sayarak Macar Kralı Ladislas öncülüğünde saldırı planları yapılmaya başlandı. Haçlı Ordusu, savaş planlarını uygulamaya geçirmek için hiç vakit kaybetmeden Kasım ayının dokuzuncu günü Varna şehrine ayakbastı. Haçlı Ordusu’nun saldırı hazırlığında olduğu haberi Osmanlı Devleti’ne ulaştığında ise, Osmanlı Devleti acilen bir harp meclisi toplayarak durumu masaya yatırdı.
Harp Meclisi’nde dinlenmeye çekilen Sultan Murat’a mektup yazılmasına ve durumun bildirilmesine karar verildi. Bu mektupta Sultan Murat’tan derhal tahta çıkması ve ordunun başına geçmesi de bildirilecekti.
Mektup hazırlandı ve Sultan Murat’a gönderildi. Sultan Murat mektubu alıp birkaç kez okudu. Ardından mektuba şu cevabı yazdı:
‘Oğlum olan Sultan Mehmet’e hilafet makamını ve saltanat tahtını devretmekten kastım, bundan böyle istirahat etmektir. Padişahlık Sultan Mehmet’indir ve her Padişah gibi din ve devletini korumak ile yükümlüdür!’
Sultan Murat’ın cevap mektubu hızlıca saraya ulaşmış. Genç padişah Sultan Mehmet ise mektubu merakla okumuş. Babasının yazdıkları onu kısa süren bir şaşkınlığa uğratsa da, hemen cevap yazdırmak için emir verdirtmiş. Sultan Mehmet, küçük yaşına rağmen en az babası kadar cesur ve babası kadar akıllı bir devlet adamıymış. Gördüğü eğitimler onu oldukça donanımlı ve başarılı bir devlet adamı olmak için hazırlamış. Sultam Mehmet, bir an bile tereddüt etmeden cevap mektubunu yazdırmış:
‘Cihan sultanlığı kendisinde ise derhal tahtının başına gelmesi ve düşmana ders vermesi farzdır! Yok, padişah kendi değil de ben isem bir padişah olarak emrediyorum: Derhal ordunun başına geçsin! Verilen emirlere uymak üzerinize elzemdir!’
Bu emri içeren mektubu kısa sürede alan Sultan Murat, oğlunun kararlılığından ve verdiği karardan çok memnun kalmış. Hemen hazırlıklarını yaparak ordunun başına geçmiş ve başarılı bir savaş ile Haçlıları Kosova’da büyük bir yenilgiye uğratmış! Bu yenilgi aynı zamanda tarihte büyük bir hezimet olarak da yerini almış.
Bu olaydan sonra henüz on iki yaşında babasının kendisine bıraktığı tahta oturarak devleti yönetme sorumluluğu alan ve babasına yazdığı mektup ile ne kadar cesur ve doğru kararlar verebileceğini gösteren Sultan Mehmet, tam yirmi bir yaşına geldiğinde, adını tarihe altın harfler ile yazdıran bir padişah olmuştur. Neden mi? Küçüklüğünden beri İstanbul yani Kostanpolis’i fetih etmeyi kafasına koyan bu başarılı ve kararlı padişah, tam yirmi bir yaşına geldiğinde kimsenin fetih etmeyi başaramadığı İstanbul’u üstün zekâsı ve başarılı taktikleri ile fetih etmeyi başarmıştır. Bu fetihten sonra kendisine ‘Fatih’ unvanı verilmiş ve ülkenin başkenti artık İstanbul’a taşınmıştır. Fatih Sultan Mehmet Han, tarihin sayfalarında altın harflerle yazılı olan, örnek alınması gereken başarılı bir devlet adamı, aynı zamanda da babasına karşı saygılı bir evlattır.