Zaman zaman içinde,
Kalbur saman içinde.
Develer top oynarken
Eski hamam içinde.
Hamamcının tası yok,
Hamamın kubbesi yok.
İçinde bir kadın gördüm,
Peştemalının ortası yok.
Çarşıda bir tazı gezer,
Boynunda tasması yok…
Tasmacıya dedim:
“Bir tasma yapar mısın?
Üç beş para kapar mısın?”
Tasmacı dedi:
“Hay hay, tasmayı da yaparım,
Parayıda kaparım”
Babamın dokuz arısı vardı:
Sayar alırdı içeri, sayar ederdi dışarı
Bir gün baktım topal arı yok…
Eve geldim, ahırdan çil horozu çektim.
Boynuna kıldan başlığı vurdum.
Üstüne bindim.
Derelerden sel gibi,
Tepelerden yel gibi,
Hamza pehlivan gibi,
Gittim… Baktım
Bizim topal arıyı manda ile çifte koşmuşlar.
Arının boynu yara olmuş.
Dedim: “Bunu neden böyle yaptınız?”
Dediler:”İncirin yaprağını sür boynuna, iyi gelir.”
Gittim incir yaprağı aramaya..
Konaraktan, göçerekten,
Lâle sümbül biçerekten,
Kahve tütün içerekten,
Sulu yerde peynir ekmek,
Susuz yerde kavun karpuz yiyerekten…
Az gittim uz gittim,
dere tepe düz gittim,
Altı ay bir güz gittim…
Bir de arkama dönüp baktım ki,
Bir arpa boyu yol gitmişim
Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak, güzel mi güzel diyarların birinde küçük bir ülke varmış. Bu ülkenin büyük bir sarayı, sarayın içerisinde de uzun yıllardır ülkeyi yöneten görmüş geçirmiş bir padişah var imiş. Padişah oldukça akıllı ve bilgili bir padişah imiş ve kendinden bahsedilmesi oldukça hoşuna da gidermiş. Kazandığı zaferler sonrasında halkın ona sevgi gösterisinde bulunması ise en sevindiği ve gururlandığı zamanlarmış.
Padişahın yaşadığı sarayın bir de birbirinden güzel çiçeklerin ve bitkilerin yetiştiği kocaman bir bahçesi vardır. Bu bahçenin içerisinde o kadar güzel çiçekler varmış ki, insanlar bu bahçeyi görmek için çok çok uzak diyarlardan bile geliyormuş. Fakat padişah ne bu bahçenin ne de bahçenin içinde yetişen birbirinden güzel çiçeklerin farkında bile değilmiş. Onun için varsa yoksa çalışmak ve bir şeyleri kazanmak önemli olduğundan, dışarıda var olan güzelliklerin farkında olmuyormuş.
Peki, insanlar o kadar uzak diyarlardan sadece bahçedeki çiçekleri mi görmeye geliyorlarmış? Tabii ki hayır. Herkesin bahçeyi gelme sebebi bahçede var olan güzel bir bülbülmüş. Bu bülbülün o kadar muhteşem bir sesi varmış ki; kısa zamanda bülbülün sesi ve ünü uzak diyarlara kadar yayılmış. Herkes bu bülbülü merak eder olmuş. Gelip görenler ve bülbülün o billur sesini dinleyenler ise bir daha gelmek istiyormuş. Bülbül bütün halkı kendine hayran bırakıyormuş.
Bülbülün kazandığı bu ün kısa zamanda padişahın da kulağına gitmiş. Padişah bahçesinde var olan bu bülbülü nasıl fark etmediğini düşünmüş durmuş uzun bir süre. Sonra da hemen vezirini çağırtmış:
Padişah: ‘Vezir, bana hemen bahçedeki ünlü bülbülü bul ve getir!’ demiş.
Vezir koşarak çıkmış bahçeye. Her yeri aramış, bakmadığı yer kalmamış. Fakat ne bülbül varmış ne de onun güzel diye bahsedilen sesi. Vezir padişaha ne diyeceğini düşünürken aklına bir fikir gelmiş ve hemen padişahın huzuruna çıkmış:
Vezir: ‘Padişahım, bahçede anlatılan gibi bir bülbül yok. Bence bu tamamen halkın bir uydurması!’
Padişah vezirin bu sözleri üzerine sinirlenmiş:
Padişah: ‘Öyle bir şey olamaz! Ben bu haberi çok güvendiğim birinden aldım. Sen bana nasıl olur da yalan söylersin! Hemen bul getir bana o bülbülü yoksa hepinizi cezalandırırım!’
Padişahın yanında bulunan herkes, vezire yardım etmek için hareketlenmiş. Eğer bu bülbülü bulamaz iseler, hepsinin sonu olabilirmiş. Sarayda bulunan tüm çalışanlar dört bir koldan bülbülü ararken, mutfakta çalışan bir hizmetçi onlara doğru seslenmiş:
Hizmetçi: ‘Hey, siz! O bülbülü arayarak bulamazsınız. Ama ben size bülbülü bulmanızda yardımcı olabilirim.’ Demiş.
Vezir başta olmak üzere saraydaki tüm çalışanlar, hizmetçi kadının arkasına takılmışlar. Kadın ormanın derinliklerine doğru yürümüş ve bir yandan da seslenmiş:
Hizmetçi: ‘Güzel bülbül… Küçük sevimli bülbül… Senin güzel sesini duyan padişah seni görmek istiyormuş. Neredeysen çıkıp güzel sesini padişaha duyurmak istemez misin?’
Bülbül ağacın en üst dalından uçarak gelmiş. Vezirin yanında padişahın sarayına doğru yola çıkmış. Padişahın huzuruna geldiğinde o kadar güzel bir şarkı okumuş ki, padişah adeta mest olmuş. Bundan sonra bülbülün yanından ayrılmamasına ve bahçede yaşamasına dair talimat vermiş. Her sabah bülbül padişahı o güzel sesi ile uyandırıyor ve gün içerisinde de güzel sesi ile sarayı güzelleştiriyormuş.
Günlerden bir gün padişaha başka bir ülkeden hediye gelmiş. Hediyenin içinden camdan bir oyuncak bülbül çıkmış. Bu oyuncak bülbül içindeki mekanizma sayesinde aynı gerçek bülbül gibi ötüyormuş. Bunu üzerine padişah bahçedeki bülbüle olan ilgisini azaltmış ve camdan bülbülü ile uyanmaya başlamış güne…
Bahçedeki bülbül ise bu duruma çok içerlemiş. En sonunda bir gün kaçıp gitmeye karar vermiş ve sarayın bahçesinden uzak bir yere kaçmış. Burada kendi kendine yaşamaya başlamış bir müddet.
Fakat oyuncak bülbül gerçeğin yerini tutar mı hiç! Bir gün oyuncak bülbül bozulmuş. Hiç kimse de yapamamış. Padişah ise o kadar alışmış ki bülbülün sesine, o olmadan hastalanmış ve yatağa düşmüş. İçinde sayıklamaya başlamış:
Padişah: ‘Keşke bahçemdeki gerçek bülbülün kıymetini bilseydim, keşke…’
Padişahın durumu git gide kötüleşmeye başlamış. Halk ise yeni bir padişah seçmek için hazırlanıyormuş. Padişahın yataklara düştüğü bülbülün kulağına gittiğinde ise, bülbül padişahın durumuna dayanamamış ve hemen saraya geri dönüp padişahın camında en güzel sesi ile padişahın en sevdiği şarkıyı söylemeye başlamış.
Padişah bülbülün sesini duyduğundan hemen kendine gelmiş. Dinledikçe içi açılmış, tüm sıkıntı ve dertleri bitmiş, gitmiş.
Hayatları boyunca bir daha ne padişah bu bülbülü, ne de bülbül padişahı bırakıp gitmiş.
Yorum Yok