Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, pireler berber, develer tellal iken uzak diyarların birinde ufacık bir köylü kızı yaşarmış. Bu köylü kızının ismi Alya imiş. Alya tıpkı prensesler kadar güzelmiş. Ailesi Alya’yı çok seviyormuş ve Alya’nın her istediğini yapıyorlarmış.
Alya bir gün bahçelerinde oyun oynarken bir tavşan görmüş. Tavşan bembeyaz ve çok güzel bir tavşanmış. Alya tavşanı sevmek için ona doğru koştukça tavşan kaçıyormuş. Alya tavşanı yakalamaya çalışırken bir de bakmış ki tavşan ormanda parlayan bir ışığın içine doğru girmiş. Alya baştan o ışıktan korkmuş ama sonra cesaret edip ışığa doğru ilerlemiş. Işık kocaman altın sarısı bir kapıdan geliyormuş. Alya kapının arkasında ne olduğunu çok merak etmiş ama girmeye korkmuş hemen ailesinin yanına dönüp ailesine haber vermek istemiş. Eve doğru koşmuş. Eve gittiğinde ailesine anlatmış;
-‘’Ben bugün bir tavşan gördüm onu takip ettim. Tavşan ormana doğru koşunca onun peşinden gittim. Tavşan çok büyük bir kapıdan içeri girdi kayboldu. Kapı parlıyordu! Hep birlikte gidelim o kapıyı bulalım arkasında ne olduğunu çok merak ediyorum.’’ demiş.
Ailesi de Alya’ya artık gece olduğunu yarın sabah uyandıklarında hep birlikte gidip o kapıyı bulacaklarına dair söz vermişler. Alya da sözü alınca hemen uyumuş ki sabah olsun. Sabah uyandığında Alya çok heyecanlıymış. Kapının arkasında ne olduğunu çok merak ediyormuş. Alya’nın ailesi uyandığında hep birlikte kahvaltı edip, yanlarına yemek için bir sepet hazırlayıp ormana doğru yol almışlar. Tam ormana girecekleri sırada Alya yine dün gördüğü tavşanı görmüş.
-‘’ İşte orada! Dün gördüğüm tavşan orada! ‘’ diye seslenip tavşana doğru koşmuş.
Tavşan yine Alya’dan kaçmış ve dün girdiği kapıya doğru gitmiş. Alya ve ailesi tavşanı takip etmişler. Kapıya vardıklarında kapı aynı şekilde parlamaya devam ediyormuş. Hep birlikte kapıdan içeri girmişler. Kapıdan girdiklerinde çok şaşırmışlar. Kapı kocaman bir şatoya açılıyormuş. Şatonun her yeri parıl parıl parıldıyormuş. Çok güzel giyimli uşaklar, aşçılar, askerler, insanlar şatonun bahçesinde dolaşıyormuş. Şatonun etrafındaki çiçekler Alya’nın ve ailesinin ilk defa gördükleri çiçeklermiş ve mis gibi kokuyorlarmış. Alya sonra tavşanı görmüş. Tavşan bir ağacın kenarında duruyormuş ama o ağaçtan ileri gitmiyormuş. Alya ve ailesi ona doğru yaklaştıklarında tavşanın yanındaki ağaçta tavşanın resmini görmüşler. Alya’nın gördüğü beyaz tavşan şatonun sahibi prensesinmiş ve tavşanı kaybolduğu için çok üzülüyormuş. Alya ve ailesi hemen tavşanı alıp şatoya doğru ilerlemişler. Ailesinin elinde tavşanı gören uşaklar hemen krala haber vermişler. Kral hemen onları görmek istemiş. Alya ve ailesi kocaman bir salona doğru yol almışlar. Salonun sonunda kralın tahtı varmış. Salona girdiklerinde kral ayağa kalkıp:
-‘’Kızımın tavşanını bulup getirdiğiniz için size çok teşekkür ederim. Tavşanı kaybolduğu için günlerdir ağlıyordu. Çok üzülmüştü. Size karşı borcumu nasıl ödeyebilirim? ‘’ diye sormuş. Alya da cevap vermiş:
-‘’ Ben o beyaz tavşanı çok sevdim. Onunla birlikte kalmak istiyorum.’’ Demiş.
Kral da şöyle demiş:
-‘’ Madem o tavşanı bu kadar çok sevdin, benim kızımla birlikte burada kalıp tavşanı birlikte büyütebilirsiniz. Ama bir şartla ailen de buraya taşınacak bundan sonra burada hep birlikte yaşayacağız.’’
Alya bunu duyunca çok sevinmiş, ailesi de Alya’nın ve kralın bu isteğini geri çevirmemişler ve oraya, kralın sarayına yardımcı olarak taşınmışlar.
Alya ve Prenses tavşana birlikte bakmışlar. Onunla birlikte büyümüşler. Alya başka birinin tavşanını kendisi almayıp geri götürmenin çok güzel bir şey olduğunu, paylaşmanın da mutluluk verdiğini anlamış. Tavşan da Alya’ya kısa sürede alışmış ve mutlu mesut yaşamışlar.
4 Yorumlar