Kara Kuzu ve Çoban Ahmet
Çoban Ahmet, o gün yine her sabahki neşesi ile koyunlarının yanına gelmiş. Ağılda kendi hallerinde oynayan koyunlar çobanı görür görmez koşup yanına gelmiş. En başlarında da kapkara rengi ve minik boyu ile Kara Kuzu varmış. Çoban Ahmet, Kara Kuzu’yu diğer hayvanlarından bir başka severmiş. Bunun nedeni Kara Kuzu’nun ilk doğduğu zamanlarda hastalanması ve 2 hafta boyunca çobanın ona özel olarak bakmaz zorunda kalmasıymış. Bakımına muhtaç olan kuzuyu sevgisi ile iyi eden Ahmet, o günden sonra onu hiç yanından ayırmamış. Ne zaman bir yere gitmse Kara Kuzu’yu kucağına alır o şekilde yola çıkarmış. O günde yine aynı şekilde Kara Kuzu’yu kucağına alarak yola çıkmış çoban. Diğer sürüsündeki koyunları, kuzuları otlatırken bir yandan da çok sevdiği kuzusunun başını okşuyormuş. Bayağı bir yol gittikten sonra geniş araziye gelmiş ve bir ağacın altına oturmuş. Başlamış kavalını çalmaya. Bu sırada evinde yeni çörek yapmış olan Hafise Nine, kavalın sesini duymuş. Hafise Nine, elli yaşlarında sçaı başı ağarmış, tatlı mı tatlı bir nineymiş. Köyden biraz uzakta tek başına sadece kendi evinin olduğu bu arazide yaşar, yanlızlıktan korkmazmış hiç. Tüm köylüleri sever, Çoban Ahmet’i de kollarmış.
Çoban uzaklardan Hafise Nine’yi görünce sevinmiş. “Bugün de öğlen yemeğimiz Hafise Nine’den Kara Kuzu’m.” demiş.
Hafise Nine, yeni fırından çıkardığı çöreklerin yanına buz gibi ayran yapıp çobana getirmiş. “Hoşgeldin evladım, buyur otur da çörek ye.” demiş. Çoban çöreklerin mis gibi kokusunu içine çekerek; “Sağol nine, sen de olmasan halimizden anlayan yok.” demiş ve taze çöreklerden yemeye başlamış.
“Sen de sağol evladım, asıl siz olmasanız benim halim ne olur. Sana baktıkça torunumu hatırlıyorum. Ah, ah, canım, kömür gözlü torunum benim.”
“Senin torunun olduğunu bilmiyordum nine.”
“Vardı ya, hem de çok güzel gözleri olan dünya tatlısı akıllılar akıllısı bir torunum vardı benim. Eğer yanımda olsaydı senin yaşında olacaktı.”
“Nerede nine?”
“Gitti, ama nerede olduğunu bilmiyorum.”
Hafise Nine’nin gözleri dolmuş. Çoban Ahmet merakla;
“Nasıl bilmiyorsun kaçtı mı?”
“Kaçmadı evlat, çok kötü bir şey oldu ve torunumu benden aldılar.”
“Kim aldı nine, gidip alıp gelelim tekrar.”
“Artık çok geç evladım. Torunumu şu derenin suları aldı götürdü ve bir daha da görmedim.”
“Derenin suyu mu, nasıl yani?”
“Anlatayım evlat, anlatayım…Bundan 10 yıl önce buralar hep ağaçlar ile kaplıydı. Her yerde taze bahar kokusu, her yerde yeşillikler vardı. Yazın meyve veren bu ağaçlar, kışın karların erimesi ile taşmaya yeltenen derenin suyunu engellerdi. Günlerden bir gün 7 tane baltalı adam geldi. Bu koruyucularımızı tek tek kesip bizden aldı. Karşı çıksak da bir çare etmedi. Ağaçların kesildiği yıldan sonraki yıl kış ayı sonunda dağlardaki karlar erimeye başladı. Dere günden güne çoştu, çoştu ve bir gece…”
Hafise Nine, gözleri dolu dolu uzaklara dalıp kaldı. Çoban merak ile;
“Eee nine, bir gece?”
“Bir gece dere artık yatağına sığmadı ve taştı. Evlerimizi yerle bir etti. Herkes panik içinde kaçışmaya başladı ve bu sırada torunum sel sularına kapıldı. Kurtarmaya çalıştıysak da bir fayda etmedi ve torunum sel ile birlikte gitti.”
Çoban Ahmet, Hafise Nine’nin durumundan çok etkilenmiş. Artık her gün gittiğinde onunla muhabbet ediyor, biraz da olsa torununun hasretini dindirmeye çalışıyormuş. Derken kara kış gelip çatmış. Yağmur, kar derken çoban koyunlarını otlatmaya uzun süre gidememiş. Bu sırada evde Kara Kuzu’su ile oyunlar oynayıp neşelenirmiş. Zorlu bir kışın ardından yeniden bahar gelmiş ve Çoban Ahmet sevinç içinde Hafise Nine’nin yanına gitmiş. Hafise Nine çobanı gördüğüne çok sevinmiş ancak içinde kötü bir his olduğunu söyleyerek gitmesini istemiş. Çoban; “Dur hele bir seninle hasret gidereyim giderim ninem.” diyerek yanına oturmuş. Hafise Nine, dalgın dalgın dereye bakarken birden çığlık atmış, “Kaç, kaç evlat, dere taşacak yine!” Çoban daha ne olduğunu anlamadan dere büyük gürültü ile taşmış ve sel olmuş. Çoban o kargaşa içinde Kara Kuzu’yu kaybetmiş. Aramış, taramış, seslenmiş ama bulamamış. Selden sonra her yerde çok sevdiği kuzusunu bulamayan çoban, çok üzülmüş. Her gün dere kıyısına gelip “Kara Kuzu, Kara Kuzu, nerelerdesin?” diye haykırırmış. Bir gün yine Kara Kuz’nun ardından üzülürken Hafise Nine çıkagelmiş. “A oğul, böyle üzüleceğine başka şeyler yapsana.” demiş.
“Ne yapayım Hafise Nine, gitti Kara Kuzu’m, ben daha ne yapayım.”
“Ağlamak kuzunu geri getirir mi? Hayır, evlat. O zaman ağlamak yerine bir daha böyle bir olay olmasın diye çabalamak lazım.”
“Nasıl peki nine?”
“Ağaç dikerek. Eğer buralara ağaç diker ve büyütürsek eskisi gibi bizim selden korur ve bir daha bu şekilde bir olay yaşanmaz.”
Çoban, nineye hak vermiş ve hemen harekete geçmişler. Kısa sürede bir çok ağaç dikmiş, her gün bakarak büyütmüşler. Kendi kurdukları ormana “Kara Kuzu Ormanı” adını vermişler. Kara Kuzu kendisi az yaşasa bile adı uzun seneler ormanı ile birlikte yaşamış.
Yorum Yok