KÜÇÜK ÇOCUKTAN DÜRÜSTLÜK DERSİ!
Bir varmış bir yokmuş… Bundan asırlar önce, insanların ilim-irfan öğrenmek için çok çalıştıkları ve tüm güçlüklere göğüs gerdikleri zamanlarmış. Çocuklar daha küçük yaşlarda ailelerinin yanından ve köylerinden ayrılmak zorunda kalırlarmış. Yıllarca köyden ve aileden uzak, gurbette yaşarlarmış.
Bu zamanların birinde, küçük bir kasabada akıllı mı akıllı, bilgili mi bilgili bir çocuk yaşarmış. Bu çocuğun adı Ahmet’miş ve Ahmet küçük yaşından itibaren ilime çok meraklı bir çocukmuş. Daha küçük yaşta içine düşen öğrenme merakına engel olamayan Ahmet, dayanamamış ve uzak diyarlara gitme kararından bir gün annesine bahsetmiş:
Ahmet: ‘Anne, ben ilim öğrenmek için ilimlerin diyarı, âlimlerin şehri olan Bağdat’a gitmek istiyorum. Bana izin ver gideyim, içime düşen öğrenme aşkını bir nebze de olsa dindireyim.’
Annesinin gözleri dolsa da çocuğunun içindeki öğrenme aşkına engel olmak istememiş:
Anne: ‘Senden gurbette yaşamaya gönlüm hiç razı değil oğul! Ancak bilirim senin içindeki öğrenme aşkını. Varsın Allah seni korusun, git dindir içindeki öğrenme aşkını. Ama benden sana bir nasihat: sakın ama sakın yalan söyleme. Bana söz ver!’
Ahmet ne olursa olsun, ne kadar zor durumda kalırsa kalsın yalan söylemeyeceğine dair annesine söz vermiş. Anası da küçük yaştaki çocuğunu güzelce hazırlamış, eşyalarını bohçaya bağlamış. Son olarak da evdeki kırk adet altını çocuğunun yanına koymuş:
Anne: ‘Ahmet, bak oğlum! Hırkanın içine bir kese içerisinde kırk adet altın koydum. Onlar senin zor zamanda harcayacağın paran.’
Ahmet annesine teşekkür etmiş. Elini öperek helallik istemiş ve kervanla birlikte Bağdat’a karşı yola koyulmuş.
Kervan Bağdat’a giderken, yolda eşkıyalar kervanın yolunu kesmiş. Acıması olmayan bu eşkıyalar kervandakilerin malını, altınını, her şeyini almış. Eşkıyalardan biri en son Ahmet’in yanına gelmiş. Üstünden başından bu çocuğun çok fakir olduğunu anlayan eşkıya dalga geçmek amaçlı sormuş küçük çocuğa:
Eşkıya: ‘Söyle bakalım küçük çocuk, senin üzerinde ne gibi kıymetli eşyalar var?’
Ahmet eşkıyaya hiç düşünmeden cevap vermiş:
Ahmet: ‘Kırk tane altınım var.’
Eşkıya şaşırmış. Küçük çocuğun lafına bir de kocaman kahkaha atmış:
Eşkıya: ‘Sen de ne arar kırk altın!’
Ahmet diğer eşkıyalar da başına gelince onlara da aynı cevabı vermiş. Son olarak eşkıyaların başı yaklaşmış Ahmet’in yanına:
Baş eşkıya: ‘Nerede peki bu kırk altın?’
Ahmet hırkasının içindeki keseyi göstermiş. Eşkıyalar hemen sökmüşler keseyi hırkadan. Bakmışlar ki gerçek! Küçük çocuğun kırk tane altını var gerçekten. Baş eşkıya çok şaşırmış:
Eşkıya : ‘Sen neden altının olduğunu bize söyledin? Neden saklamadın?’
Ahmet: ‘Ben yola çıkmadan anneme söz verdim. Ne olursa olsun, ne kadar zor durumda kalarsam kalayım yalan söylemeyeceğim dedi. Bu sebeple üzerimde olan altınları size söylemek zorunda kaldım. Anneme verdiğim sözden kırk altın için döneceğimi mi sandınız?’
Eşkıyaların hepsi küçük çocuğun bu sözlerine şaşırmış kalmış. Hepsi derin düşüncelere dalmış. En sonunda baş eşkıya konuşmuş:
Baş Eşkıya: ‘Bu küçük çocuğa helal olsun! Verdiği sözden dönmeyen adam gibi adam olacak bu çocuk! YA biz? Kaç kere tövbe ettik ama yine de Allah’ın onaylamadığı, günah dediği işleri yapar olduk. Ne sözümüzü tutabildik, ne de tövbemizi! Bundan böyle bu çocuk benim miladımdır. Yaptığımız bütün kötü işlere ve insanların eşyalarına el koymaya tövbe! Bir daha böyle işlere ne bulaşacağız ne de yapacağız!’
Diğer eşkıyalar da baş eşkıyanın sözünden çıkmadıkları için hep bir ağızdan tekrar etmişler:
‘Sen hangi yolda yürürsen biz de seninleyiz. Hepimiz yaptıklarımızdan bin pişmanız. Tövbeler olsun tüm yaptıklarımıza!’
Küçük çocuk yaptığı dürüst hareketle ve yalan söylememesi ile eşkıyaların doğru insan olmasına sebep olmuş. Küçük çocuk aynı zamanda ilim-irfan sahibi olup büyük bir alim de olmuş.
Bir Yorum