Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; develer top oynarken eski hamam içinde. Horozlar tellal iken, pireler ise hamal iken. Ben ise dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken… Uzak mı uzak diyarların birinde masallar ülkesi var iken… Bu masal da size o ülkeden gelmişken… Buyurun dinleyin masalı, bahçıvan ile gülün aşkını…
Bir zamanlar herkesin hayranlıkla baktığı güzel bir bahçe varmış. Bu bahçeye gözü gibi bakan bir de bahçıvan varmış. Bahçıvan bahçesine çok düşkünmüş. Sabah uyandığı gibi ilk işi çiçeklerini sevmek, onlara bakım yapmak ve sulamakmış. Saatlerce çiçekleri ile konuşan bu bahçıvanın en sevdiği köşe ise güllerin olduğu köşe imiş. Bahçesinde güllerinin olduğu köşeye geldiğinde buraya ayrı bir hayranlıkla bakan bahçıvan, güllere bakmaya da onlarla konuşmaya da doyamazmış.
Gel zaman git zaman, bir sabah bahçıvan, yine bahçesine çıkmış erkenden. Çiçeklerini sulamış, onları sevmiş, sularını vermiş. Ardından güllerin olduğu köşeye doğru yola koyulmuş. Fakat o da ne! En sevdiği kırmızı gülün üzerine bir bülbül!
Bülbül, bahçıvanın en çok sevdiği kırmızı gülün üzerine kurulmuş, türlü türlü nağmeler söylüyormuş. Bir yandan da bir dalından gonca vermeye başlayan gülü gagalıyormuş. Bahçıvan bunu görünce çılgına dönmüş! ‘Ben sana gösteririm’ diyerek bülbüle tuzak hazırlamak için uzaklaşmış.
Bahçıvan o sinirle evinin ardiyesinden eski bir kafes bulmuş. Amacı bülbülü bu kafese koyarak ona güzel bir ceza vermekmiş. Tekrar bahçeye çıkan bahçıvan ne yapmış ne etmiş bülbülü kafesin içine yerleştirmiş. Kafesin kapağını da bir güzel kapatmış.
Kafese kapatılan bülbül, ne olduğunu anlayamamış. Daracık kafeste kanatlarını çırpamıyor, istediği gibi uçamıyormuş. Günden güne solan bülbül, ne bir şey yiyor ne de eskisi gibi şen şakrak ötüyormuş. Bülbül kahrından ve derdinden neredeyse ölecekmiş. En sonunda dayanamamış ve dile gelmiş:
Bülbül: “Ey bahçıvan! Sen neden beni bu kafese hapsettin? Ben sana ne yaptım? Özgürlüğümü neden elimden aldın? Sen bahçende ne kadar mutluydun hatırlıyor musun? Sen nasıl bahçende mutlu olabiliyorsan, ben de özgürce istediğim gibi uçarken mutlu olabilirim’ demiş.
Bahçıvan bülbülün sözlerine hemen cevap vermiş:
Bahçıvan: ‘ Sen daha ne kabahat işlediğini bile bilmezsin! Benim en sevdiğim kırmızı gülümü sen didikledin! Hem de yeni açmış goncasını!
Bülbül o anda bahçıvanın kendisini neden kafese tutsak ettiğini anlamış. Hatasının da farkına varmış:
Bülbül: ‘Özür dilerim bahçıvan kardeş. Ben gerçekten yaptığım hatanın farkında değilim. Senin güllerine bilmeden zarar vermişim, affet. Ama sen de farkında olmadan işlediğim bir suç için beni kafesin içine sokarak cezalandırıyorsun. Peki, senin yaptığın doğru bir şey mi? Benim gibi uçmaktan başka hiçbir mutluluğu olmayan bir kuşu acımadan kafese kapatmanın cezası ne olmalı sence?’ demiş.
Bahçıvan bu sözler üzerine uzunca düşünmüş. Bülbül haklıymış. Onun uçmaktan başka hiçbir mutluluğu yokmuş. Bahçıvan kendisinin en büyük mutluluğu olan bahçesinin elinden alınmasını düşünmüş. Ne kadar da üzülürmüş! İşte o an bülbülün ne demek istediğini anlamış. Ona verdiği cezanın çok ağır olduğuna hak vermiş. Yerinden kalkan bahçıvan yavaşça kafesin yanına gitmiş:
Bahçıvan: ‘Haklısın bülbül kardeş. Senin en büyük mutluluğun uçmak iken ben bu mutluluğu senin elinden alamam. Buna hakkım yok. Şimdi kafesi açıp serbest bırakacağım seni. Ama sen de bana söz ver. Bir daha çiçeklere karşı daha nazik davranacak, onlara zarar vermeyeceksin.’
Bülbül hemen söz vermiş bahçıvana ve o günden sonra çiçeklere zarar vermemiş.
Gökten üç elma düşmüş, üçü de masalı dinleyen çocukların olmuş…
Yorum Yok